The world’s ongoing refugee crises unveils one of the huge but hidden problem of statelessness that under Syrian domestic law the right to pass citizenship on to children is granted to only men. Although The UN convention obliges the member governments to confer nationality to any child who is born in their territory, only a few countries have intended to implement the principle properly, partly due to the fact than Syrian refugee women cannot even register their children as Syrian nationals without a Syrian father who had most probably died during the civil war. Thus Syrian children as a coming generation scattered all over the world have long been left stateless. They are not only deprived of their own nationality, but also of the nationality of any country in which they are born. Refugee mothers are generally unaware that their children with no legal citizenship will be unable to be legally employed, to own property or even go to school. In other words, refugee mothers are unaware how their rightlessness, by virtue of being woman, will lead their children to marginalization and thus utmost poverty. In this paper, I will propose a philosophical approach to how the social problem of poverty is acutely related to the political one, especially to the politics of right in this case. In order to do this, I first evoke one of the most important contemporary political theorists Hannah Arendt’s analysis of paradoxical nature of human rights and the resulting conception of naked human being, which utterly leads to statelessness. After this, I articulate Arendt’s rigorous distinction between ‘the social’ and ‘the political’, where the former’s problems (i.e., poverty) occupy the latter in modern mentality. Having accepted that Arendt’s distinction is indeed more than strict, but still invaluable, I then propose that the social problems such as poverty demand publicizing practices as a matter of common concern which would otherwise be destined to be forgotten as a private issue, with a particular emphasis on the representative practices which is supposed to be performed meticulously. Lastly, I locate the critical figure of the Syrian refugee mother in the context of Turkey and the newly proposed category of possible rights of having a homeland.
D ünyada hâlihazırda devam eden mülteci krizi, büyük ancak gizli devletsizlik sorunlarından birini açığa çıkardı. Suriye iç hukukuna göre çocuklara vatandaşlık devri, sadece erkeklere verilmiştir. Birleşmiş Milletler Antlaşması her ne kadar üye devletlere, kendi topraklarında doğan çocuklara uyruk vermeyi zorunlu kılsa da, Suriyeli göçmen kadınların, muhtemelen iç savaşta ölmüş olan bir baba olmaksızın, çocuklarını Suriye uyruklarıyla kayıt yaptıramamalarından dolayı pek az ülke bu ilkeyi doğru bir şekilde uygulamaya sokma eğilimindedir. Böylelikle Suriyeli çocuklar, dünyanın her tarafına yayılmış yaklaşan bir nesil olarak uzun vadede devletsiz bırakılmıştır; bu çocuklar yalnızca kendi uyruklarından yoksun değil, aynı zamanda doğdukları ülkelerin uyruklarından da yoksundur. Göçmen kadınlar çocuklarının yasal olarak işe giremeyeceklerinin, mülk sahibi olamayacaklarının ve hatta okula bile gidemeyeceklerinin farkında değiller. Diğer bir deyişle, göçmen kadınlar, sırf kadın olduklarından dolayı içinde bulundukları bu hak mahrumiyetinin, çocuklarını nasıl da alabildiğine yoksulluğa sürükleyeceğinin farkında değiller.katı da olsa değerini korumaktadır. Buradan yola çıkarak, yoksulluk gibi toplumsal sorunların, ortak bir kaygı meselesi olarak kamusallaştırma pratiklerine gerek duyduğunu, aksi takdirde özel alanda kalarak unutulacağını öne süreceğim. Bu pratikler, titizlikle yapılması gereken temsil pratikleridir. Son olarak, Suriyeli mülteci kadın figürünü, Türkiye ve yakın zamanda sunulan olası yurt edinme hakkı bağlamında konumlandırmaya çalışacağım
Primary Language | Turkish |
---|---|
Journal Section | Research Article |
Authors | |
Publication Date | June 1, 2016 |
Published in Issue | Year 2016 Volume: 2 Issue: 1 |