Pek çok meselede görüş ayrılığına düşen Ehl-i Sünnet ile Mu‛tezile arasındaki tartışma konularından birini de ilâhî emirle ilâhî irâde arasındaki ilişki mevzuu teşkil etmektedir. Bu konuda görüş beyan edenler arasında Eş‛arî kelâmcısı Selmân en-Nîsâbûrî de bulunmaktadır. Önce mezhebinin konuyla ilgili yaklaşımını aktaran müellif, sonrasında aksi bir kanaate sahip olan Mu‛tezile’nin Allah’ın emrettiği iman, ibadet ve güzel davranışların, kullarından da aynı şekilde vukuunu irâde ettiği görüşünü benimsediklerini açıklamaktadır. Bu hususta Mu‛tezile adına temel olarak üç argümana yer vermektedir. Onların bu kanıtlarından ilkini, emir ile irâdenin birbirinden ayrı yönde olmasının imkânsızlığı, ikincisini ise kötülüğü murat etmenin de kötü olması üzerine bina ettiklerini belirtmektedir. Nihayet üçüncü olarak da Allah’ın, kullarının iyiliğini isteyip, kötülüklerini murat etmeyeceği muhtevasındaki ayetlerden istidlalde bulunduklarını ifade etmektedir.
Nîsâbûrî, Mu‛tezile’ye nispet ettiği bu delilleri, hemen bir cevapla geçiştirmemekte, ayrıca kendisinin vereceği cevaba yönelik gelebilecek muhtemel itirazları da gündemine almaktadır. Özellikle onlara izafe ettiği ilk delil üzerinden tartışmayı oldukça kapsamlı bir hale getirmektedir. Bu manada o, âmirin emrettiğine aykırı bir irâdeye sahip olamayacağı şeklindeki Mu‛tezile argümanını, emrinin yerine gelmesini istemeyen birtakım âmir örnekleri üzerinden çürütmeye çalışmaktadır. Bu konuda bir kısım itirazları da aktaran Nîsâbûrî, ortada emir-irâde uyumunun zorunluluğuna yönelik iddia varken, bu iddia sahiplerinin, kendi görüşlerinin aksini gösteren örneklere itiraz geliştirmelerinin tutarlı olmadığını belirtmektedir. Diğer bir ifadeyle ilgili örneklerin Mu‛tezile’nin zaruret iddiasını geçersiz kıldığını söylemektedir.
Nîsâbûrî, tartışmanın ileri safhalarında işin içerisine neshi de dâhil etmekte, bir hükmün kaldırılması anlamı taşıyan neshin, onların emir-irâde zorunluluğu anlayışına darbe vurduğunu savunmaktadır. Müellif, yine Mu‛tezile’nin irâdenin, emre aykırı olması durumunda asi ile itaatkârın karışacağı, dolayısıyla bunların uyumlu olması gerektiği muhtevasındaki yaklaşımını da hususi mahiyette incelemektedir. Bu iddia, kâfirlerin küfrüyle Allah’ın irâdesine itaat ettikleri anlamı tazammun ettiği için burada özellikle itaatin irâdeye değil, emre ittiba ile sağlanacağı yönünde açıklamalar getirmektedir. Öte yandan müellif, ilgili ayetlere bakılıp orada Allah’ın (kimi) kâfirlerin iman etmesini dilemediği görüldüğünde, aslında bir tartışmaya mahal kalmadığını vurgulayarak da muhataplarını ilzam etmeye çalışmaktadır.
Nîsâbûrî, Mu‛tezile’nin, ilâhî emirle ilâhî irâdenin muvafakat zorunluluğu hususunda kötülüğü dilemenin de kötülük olduğu şeklinde getirdikleri argümanı da incelemektedir. Bu konuda nispeten muhtasar açıklamalar yapan Nîsâbûrî, öncelikle bu delilin kaynağına işaret ederek ona şahit âlemden hareketle ulaşıldığını ifade etmektedir. Ardından bu hususta şâhit âlemle gâip âlemin aynı şekilde değerlendirilemeyeceği yönünde bazı açıklamalar getirmekte, Müslümanlar aleyhine gerçekleşen dünyevî işlerden Allah’ın sefahatine çıkarım yapılmadığına dikkat çekmektedir.
Nîsâbûrî, Mu‛tezile’nin Allah’ın kullarının hiçbir şekilde kötülüğünü dilemeyeceği muhtevalı ayetler üzerinden ilâhî irâde ile ilâhî emrin muvafakatine delil getirmesini de ele almaktadır. Bu aşamada müellif, daha çok ilgili ayetlerin başka şekilde değerlendirilmeye müsait olduğu yönünde yorumlar yapmaktadır. Bunun için kimi zaman dilsel açıklamalar getirmekte, kimi zaman diğer ayetlerin içeriğine atıf yapmakta, kimi zaman da istidlalde bulunulan ayetten maksut olan manaya işaret etmektedir. Hepsinde de nihai olarak, Mu‛tezile tarafından gündeme getirilen ayetlerin, onları desteklemediğini göstermeye çalışmaktadır.
Nîsâbûrî, ilgili kanıtları bir yandan bu şekilde hususi olarak çürütmekteyken, diğer yandan Mu‛tezile’nin savunduğu görüşün kabulü halinde doğacak sıkıntılara işaret etmektedir. Bu manada mezkûr görüşün, Allah’ın istemediği işlerin de vukuu anlamına geleceğine, bunun ise ilâhî hâkimiyete halel getireceğine dikkat çekmektedir. Sonuç itibariyle en azından Allah’ın iman etmeyeceğini bildiği kullarına dönük emriyle irâdesinin aynı yönde olmadığının altını çizmektedir.
One of the issues of discussion between Ahl al-Sunnah and the Mu‛tazila, who differ in many issues, is the relationship between divine command and divine will. Among those who express their opinion on is the Ash‛arī theologian Salmān al-Nīsābūrī. The author, who first cites his sect’s approach on this issue and then explains that Mu‛tazila’s contrary view, adopted the view that the belief, which follows as worship and good deeds commanded by Allah will be the same from his servants. In this matter he basically elaborates three arguments the Mu‛tazila. He states that they build the first of these proofs on the impossibility of the commandment and the will being in a separate direction, and secondly on the fact that the desire for evil is bad. Finally, he adds that they bring evidence from the verses which translates as Allah desires the good of his servants and doesn’t intend his evil deeds.
Nīsābūrī, doesn’t pass on these Mu‛tazilite proofs with an immediate answer, but also puts on his agenda possible other objections to those answers that he is giving. He makes the debate very comprehensive, especially on the first evidence he attributes to them. In this sense, he tries to refute the Mu‛tazila argument that the ruler cannot have a will contrary to what he ordered, based on some other rulers who would not want their orders to be fulfilled. Nīsābūrī, who cites some other objections on this issue, states that while there are claims regarding the necessity of order-will harmony, it isn’t consistent that these claimants develop their objections to the examples that show the opposite of their views. In other words, he says that these regarding cases invalidate Mu‛tazila’s claim of necessity.
Nīsābūrī includes abrogation in the later stages of the debate and argues that abrogation, which means the abolition of a decree, hits a blow to their understanding of the necessity of order-will. The author also takes objections to his agenda and responds to them. He also examines Mu‛tazila’s approach on the content that if the will is contrary to the order, the rebel and the submissive will be confused, so they must be compatible. Since this claim confirms the meaning that the unbelievers obey Allah’s will with their blasphemy, he makes explanations that obedience will be achieved by order, not by will. On the other hand, the author tries to bind his interlocutors by emphasizing that there’s no room for discussion when it is seen at the relevant verses and seen that Allah doesn’t wish (some) unbelievers to believe.
Nīsābūrī, also examines the argument made by Mu‛tazila as to the necessity of conformity between divine command and divine will, that wishing for evil is also evil. Nīsābūrī, who makes relatively more concise explanations on this subject, pointing to the source of this evidence and stating that it is reached from the realm of the perceptible (qiyas bi’l-shāhid). Then, he makes some explanations that the visible realm and the invisible realm cannot be evaluated in the same way and draws attention to the fact that Allah’s being unwise isn’t inferred from the worldly affairs that are happening against Muslims.
Nīsābūrī also deals with Mu‛tazila’s evidence for the harmony of divine will and divine order through verses stating that Allah wouldn’t wish his servants to harm. At this stage, he makes comments that the relevant verses are suitable to be evaluated in another way. For this, sometimes makes linguistic explanations, sometimes refers to the content of other verses, and sometimes points to the meaning of the verse used as the evidence. In all of them, he ultimately tries to show that the verses raised by Mu‛tazila do not support their claim.
While the author refutes those evidences, he also points out the problems that may arise if the view defended by Mu‛tazila would accepted. In this sense, Nīsābūrī points out that this view will also mean the occurrence of deeds that Allah does not want, and this would bring harm to the divine judgement. As a result, Nīsābūrī underlines that at least Allah’s order towards His servants, whom He knows won’t believe, isn’t in the same direction.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Subjects | Religious Studies |
Journal Section | Articles |
Authors | |
Publication Date | June 30, 2021 |
Submission Date | February 1, 2021 |
Acceptance Date | June 11, 2021 |
Published in Issue | Year 2021 |
Kader Creative Commons Atıf-Gayriticari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.