Allah’ın ilk insanı, ilk peygamber yapmak suretiyle, insanoğlu ile iletişim kurmayı ve ona hitap eden vahiyler göndermeyi amaçladığı anlaşılmaktadır. Söz gelimi Tevrât’ı İbranice, İncîl’i Süryanice ve Kur’ân’ı Arapça göndermek suretiyle insanlar tarafından anlaşılmak istemiştir. Bununla birlikte onun İbranice kelâmı, Süryanice sözünden ve Arapça kelâmı da diğer dillerdeki sözünden farklı bir tabiata sahiptir. Bu gerçeklikten hareketle İslâm düşünce-fikir tarihine bakıldığında ilim adamlarının ilâhî kelâmın mâhiyetini, tabiatını anlamak ve bunu anlamlandırmak konusunda bir çabanın içerisine girdikleri görülmektedir. Esasen Allah’ın nasıl bir kelâma sahip olduğunu anlamak ve kavramak, cismanî/fizik âleminden gayrı cismanî/fizikötesine doğru bir bakış çabasıdır. Buna rağmen hakikatin yılmaz arayıcısı insan, bu konuda söyleyecek bir söz bulabilme çabası içindedir. “İlâhî kelâmı”, Allah’ın bir sıfatı olarak değerlendirenler olduğu gibi bunu “ilâhî bir fiil” olarak telakki edenler de bulunmaktadır. İlâhî kelâm sıfatının veya fiilinin tecellîsinin Kur’ân olduğu da ehlince müsellemdir. Kur’ân lafızlarının aidiyeti konusunda başlıca üç görüş ortaya konulmuştur. Bu görüşler içerisinde hâkim ve râcih bakış açısına göre Kur’ân metni, lafız ve mana itibariyle Allah’a aittir. Buna göre Hz. Muhammed’e nâzil olan Kur’ân vahyi hem lafız hem de manadan oluşmaktadır. Bu telakkîyi savunan müelliflere göre vahyin oluşumu ve iletimi konusunda ne Cebrâil’in ne de Hz. Muhammed’in herhangi bir müdahale veya katkısı olmuştur. Dolayısıyla peygamberin vahiy nüzûl sürecinde rolünün tamamen pasif olduğu söylenebilir. Cibrîl, Kur’ân’ı önceden yazılı olarak bulunan bir mekândan, yani levh-i mahfûzdan ezberleyerek veya Allah’tan işiterek ya da Allah’ın lafızları ona vahyetmesiyle Hz. Peygamber’e indirmiştir. İkinci yaklaşıma göre Kur’ân metninin manası Allah’a, lafızları Hz. Peygamber’e aittir. Bu yaklaşıma göre Cebrâil, sadece manaları Hz. Peygamber’e indirmiştir. Hz. Peygamber de kendisine bildirilen manaları kavramış ve onları Arapça ifade kalıplarında söylemiştir. Üçüncü yaklaşıma göre ise Kur’ân’ın manası Allah’a, lafızları Cebrâil’e ait olmaktadır. Yani Cebrâil’e yalnız mana ilkâ edildi ve o lafızları oluşturdu. Bu çalışmada İslâm düşünce tarihinde ilim adamlarının kelâmullâhın tabiatını anlamak ve bunu anlamlandırmak konusunda lafızların aidiyeti konusunda ortaya koydukları söz konusu yaklaşımlar öncelikle deskriptif (tasvîrî/betimleyici) bir üslupla incelenmektedir. Akabinde bu doğrultuda serdedilen yaklaşımlar Kur’ân’ın bütünlüğü ve klasik dönem tefsir merviyyâtı açısından analitik (tahlîlî/istidlâlî) bir bakış açısıyla irdelenmektedir. Denilebilir ki Kur’ân’ın mana yönüyle Allah’a aidiyeti konusunda ilim ehli arasında herhangi bir ihtilâf yoktur. Temel ihtilâf Kur’ân lafızlarının Allah’a mı Cebrâil’e mi yoksa Hz. Muhammed’e mi ait olduğu hususudur. Kur’ân’ın bütünlüğü ve vahyin nüzûl keyfiyetine dair klasik dönem tefsir rivayetleri dikkate alındığında hâkim görüşün diğer iki görüşe göre daha tutarlı olduğu kanaatine ulaşılmaktadır.
It’s understood that God aimed to communicate with human beings and send messages to them by creating the first man as the first prophet. To exemplify, God desired to be understood by them while sending the Torah in Hebrew, the Bible in Syriac, and the Qur’ān in Arabic. However, his Hebrew speech has a different nature from his Syriac, and his Arabic word has a different essence from his Hebrew and Syriac. Based on this reality, when viewing the history of Islamic thought, it is seen that scholars have tried to understand the nature of the speech of God and make sense of it. Essentially, understanding and grasping the words of God are an effort to look from the physical realm to the metaphysical one. Despite this fact, the scholars, as the indomitable seekers of truth, are searching for clues to say about it. While some of them consider the “divine speech” as an attribute of God, many others view it as a “divine act”. It is also admitted by all of them that whether being attributive or an act of God, the reflection of the divine speech is the Qurʼān. In this sense, three approaches have been put forward to the question of the belonging of the Qurʼānic words. In compliance with the dominant and preferred point of view among these views, the Qurʼān belongs to God in terms of wording and meaning. Accordingly, the revelation of the Qurʼān, which was revealed to the Prophet Muḥammad, consists of both wording and meaning. Therefore, there is no intervention or contribution of Gabriel or Muḥammad in constituting the Qurʼān. According to the second approach, the meanings of the Qurʼānic text belong to God; however, its words pertain to Muḥammad. This perspective indicates that Gabriel revealed nothing more than the meanings of the Qurʼān. Muḥammad understood the meanings conveyed to him and then uttered them in Arabic expression patterns and phrases. In conformity with the third approach, the meanings of the Qurʼānic text belong to God, however, its words pertain to Gabriel. In other words, only the meanings of the text were given to Gabriel, and its words were formed by him. In the present study, the mentioned approaches, which are asserted by scholars about the belonging of Qurʼānic words, first will be explained in a descriptive style. Subsequently, they will be evaluated in terms of the integrity of the Qurʼān, its natural historical atmosphere, and the transmissions of the Qur’ānic exegesis (riwāyāt) of the classical period from an analytical point of view. To put it briefly, it can be said that there is no disagreement among scholars in the field of the belonging of the meanings of the Qurʼānic text to God. The main disagreement is whether the Qurʼānic words belong to God, Gabriel, or Muḥammad. Considering the integrity of the Qurʼān, its natural historical atmosphere, and tafsir transmissions regarding the circumstances of sending down the Qurʼānic revelation, it has been determined that the prevailing view is more coherent than the other two views.
Primary Language | English |
---|---|
Subjects | Comparative Religious Studies, Islamic Studies (Other) |
Journal Section | Translations |
Authors | |
Translators |
Zakir Demir
This is me
|
Publication Date | December 31, 2023 |
Submission Date | November 13, 2023 |
Acceptance Date | December 21, 2023 |
Published in Issue | Year 2023 Volume: 21 Issue: 3 |
Kader Creative Commons Atıf-Gayriticari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.