1890’lı yıllarda Türkiye
topraklarına giren sinema, azınlıkların rağbet gösterdiği bir alan iken,
özellikle I. Dünya Savaşı’ndan itibaren devletin ve Müslümanların bu alana
girmeye başladığı gözlenmektedir. I. Dünya Savaşı’nda ordu-merkezli olarak
başlatılan sinema faaliyeti, Cumhuriyet döneminde özel sektörün hâkimiyeti
altında devam etmiştir. Özel sektör, Cumhuriyet değerlerine ve cumhuriyetin
kuruluş sürecine ilişkin filmler yapmışsa da, devletin, yeni rejimi yerleştirme
sürecinde sinemayı doğrudan bir araç olarak kullanmadığı görülmektedir.
Sinemanın dünya çapında kabul gördüğü, ses ve görüntü birlikteliğinin kitleler
üzerinde önemli etkiler yarattığı bir dönemde, imparatorluktan ulus-devlete
yönelen Cumhuriyet yönetiminin, bu alanı zayıf bırakması dikkat çekicidir.
1920’li yıllarda devletin sinema alanında sahip olduğu tutum, korumacı-devletçi
bir modelin yerleşmeye başladığı 1930 yılı itibariyle de gözlenmektedir.
Devletin doğrudan müdahalede bulunmadığı ve zayıf bir özel sektörün
inisiyatifindeki yerli sinemanın, yabancı sinemanın hâkimiyetindeki piyasada
etkin bir aktör olamadığı görülmektedir. Yerli sinemanın aleyhine gelişen bu
durumun yarattığı gerilim, 1930 yılı boyunca Cumhuriyet gazetesi ve 1929-1930
döneminde Sinema gazetesine yansıyan ulusçu tepkiler üzerinden
izlenebilmektedir. Yabancı filmlerin halka sunulmasında Fransızca alt yazıların
kullanılması, Türkçe harflerin küçük puntolarla yazılması, eleştirmenlerce
milliyetçi bir refleksle karşılanmıştır. Bununla birlikte sinemanın, rejime
doğrudan değilse de, modern yaşam tarzı ve kadın erkek ilişkileri üzerinden
dolaylı ve pasif bir destek sağladığı iddia edilebilir.
While cinema which entered
Turkey in 1890s was an area in which the minorities showed interest, it is
observed that the state and the Muslims started to enter into this area specially
since the WWI. The cinema which started as a military-centered activity during
the WWI, continued under the dominance of the private sector during the
Republican period. Although the private sector produced films on the Republican
values and the republican foundation process, it is observed that the State did
not use the cinema as a direct means to establish the new regime. It is remarkable
that the Republican administration, which turned from the empire to the
nation-state at a time when cinema had a world-wide appeal and the coupling of
audio and vision had an important effect on the masses, had left this area
weak. It is observed that the State’s attitude towards the cinema sector during
the 1920s continued during the 1930s when a protectionist-statist model started
to be established. It is observed that the national cinema, to which the state
did not directly intervene and which was under the initiative of a weak private
sector, could not become an active actor in the sector dominated by the foreign
cinema. The tension which is created by this situation that worked against the
national cinema, can be traced through the nationalist reactions reflected in
the Cumhuriyet newspaper and the Sinema magazine of 1930, which we searched.
The usage of French subtitles in the foreign films presented to the public as
well as the smallness of the type size of the Turkish letters used, are met
with a nationalist reflex by the critics. Nonethless, it can be argued that
cinema provided an indirect and passive, if not a direct, support to the regime
via modern life style and male female relationships.
Early Republican period statism private sector cinema becoming a nation cultural revolution secularism
Journal Section | Articles |
---|---|
Authors | |
Publication Date | October 2, 2017 |
Submission Date | June 7, 2017 |
Published in Issue | Year 2017 Issue: 35 |