Ahlaktaki değişimi konu edinen ilk dönem tasavvuf anlayışı, Muhyiddin İbnü’l-Arabî (ö. 638/1240) ve Sadreddin Konevi (ö. 673/1274) ile birlikte ‘varlık olmak bakımından varlık Haktır’ önermesini konu edinen bir metafizik anlayışa dönüşmüştür. Varlık merkezli bu tasavvuf anlayışı İbnü’l-Arabî takipçileri ve eleştirmenleri tarafından vahdet-i vücûd düşüncesi olarak isimlendirilmiştir. İbnü’l-Arabî’ye nispetle anılan vahdet-i vücûd düşüncesi, mutasavvıflar ve diğer ulemâ tarafından tenkide tabi tutulmuştur. Mutasavvıflar içerisinde İbnü’l-Arabî eleştirileri ile en çok öne çıkan isim İmâm-ı Rabbânî (ö. 1034/1624) olmuştur. İmâm-ı Rabbânî’nin vahdet-i vücûd eleştirilerinden hareketle oluşturduğu vahdet-i şuhûd düşüncesi de bir gelenek oluşturmuş ve vahdet-i vücûd ile vahdet-i şuhûd mukayesesi bu geleneğin alamet-i farikası haline gelmiştir. İmâm-ı Rabbânî’nin takipçileri arasında onun vahdet-i vücûd eleştirisini tekrar gözden geçiren bir isim de Alîmullah Lâhûrî’dir. Alîmullah Lâhûrî, İmâm-ı Rabbânî’yi mensubu olduğu Nakşibendî tarikatındaki vahdet-i vücûd düşüncesini savunan Hâce Muhammed Pârsâ (ö. 822/1420), Molla Câmî (ö. 898/1492) ve Ubeydullah Ahrâr (ö. 895/1490) gibi seleflerinden ayrılan bir sûfî olarak nitelemiştir. Alîmullah Lâhûrî vahdet-i şühûd’un zahiri ve vahdet-i vücûd’un ise batını temsil ettiğini ileri sürerek çağdaşı Şah Veliyyullah Dihlevî (ö. 1176/1762) gibi vahdet-i vücûd ile vahdet-i şühûdu cem etmenin evla olduğunda karar kılmıştır. Bugüne kadar üzerine hiçbir çalışma yapılmayan Alîmullah Lâhûrî, nisbesinden de anlaşılacağı üzere Lahor’da dünyaya gelmiştir. Lahor’da Nasrulhak Kādirî ve Ebü’l-Feth Muhammed Efdalşah el-Mantıkī’den Kutbüddin Râzî’nin (ö. 766/1365) Şerhu’ş-Şemsiyye ve Devvânî’nin (ö. 908/1502) Şerhu’t-Tehzîb’ini haşiyeleri ile birlikte okuyarak dil, mantık ve felsefe tahsil etmiştir. Yine Lahor’da iken Abdülkerim Üveysî’den Mesnevî okumuş ve silsilesi Âdem Benûrî üzerinden İmâm-ı Rabbânî’ye ulaşan Mirza Cemil Beg Peşâverî’ye mürid olarak Nakşibendî tarikatına intisap etmiştir. Lahor’dan Hicaz’a intikal etmiş Hayât es-Sindî’den hadis ilmi tahsil etmiştir. Alîmullah Lâhûrî, Hicaz’dan Dımaşk’a oradan da İstanbul’a gelmiştir. O İstanbul’da yaşadığı dönemde ve daha sonra tekrar dönüp hayatının sonuna değin yaşadığı Dımaşk’ta iken tasavvufun nazarî meseleleri üzerine irili ufaklı on üç eser, seyrüsülûk meseleleri üzerine de üç risale kaleme almıştır. Aynı zamanda Şuttâriyye ve Çiştiyye tarikatlarına da mensup olan Alîmullah Lâhûrî Dımaşk’ta iken Nakşibendî tarikatı üzere halifeler yetiştirmiştir. Silsilesi Alîmullah Lâhûrî’ye ulaşan Ali Behcet Efendi (ö. 1238/1822), Alîmullah Lâhûrî’den “tevhidde tebahhur sahibi, yakin sırlarında zamanın yeganesi, Şam’da Nakşibendî tarikatını yayan ve birçok kimseyi irşad makamına ulaştıran kimse” şeklinde bahsetmesi, onun Dımaşk’taki etkinliğini ortaya koymaktadır. İstanbul’da telif ettiği el-Futûhâtü’l-ünsiyye fî tahkîki rumûzi’s-sûfiyye isimli eserini bizzat Şeyhülislam Ebûishakzâde Esad Efendi’nin (ö. 1166/1753) kendisi için istinsah ettirmesi, yine İstanbul’da iken telif ettiği Takdîsu’r-Rahmân bi’t-takyîd ani’z-zamân ve’l-mekân isimli Farsça eserini Sadrazam Seyyid Abdullah Paşa’ya (ö. 1174/1761) ithaf etmesi, İstanbul ulemasının derslerine iştirak ettiğini belirtmesi ve hacimli eserlerini İstanbul’da iken telif etmesi, onun İstanbul’daki etkinliğini gözler önüne sermektedir. Alîmullah Lâhûrî’yi Lahor ve Hicaz’da edindiği ilmî-tasavvufî birikimini Dımaşk ve İstanbul’a telif, tedris ve irşad ile ulaştıran bir Ekberî-Müceddidî sûfî olarak tanımlamak mümkündür. Bu makalede Alîmullah Lâhûrî’nin hocaları, şeyhi-şeyhleri, yolculukları, Müceddidî tarikat silsilesi, tasavvuf düşüncesi, halifeleri ve tamamı yazma halde bulunan eserleri ilk defa incelenmiştir. Araştırmada Lâhûrî’nin çağdaşı Muhammed Halil el-Murâdî’nin (ö. 1206/1791) Silkü’d-dürer’i birincil kaynak olarak kullanılmıştır. Murâdî bu eserinde Lâhûrî’nin eğitimi, yolculukları, Dımaşk’taki tekkesi ve faaliyetleri hakkında bilgiler vermektedir. Murâdî’nin Silkü’d-dürer’de zikretmediği Lâhûrî’nin eserleri ise kütüphane taramaları sonucunda tespit edilmiştir. Makalede Lâhûrî’nin eserleri tanıtılmış, eserlerinde kendi hakkında verdiği bilgiler ile Murâdî’nin aktardıklarıyla mukayese edilerek teyit edilmiştir.
-
-
-
The first period of Sufism, which deals with the change in morality, has turned into a metaphysical understanding that deals with the proposition "being qua being is Haq" together with Muhyī al-Dīn Ibn al-‘Arabī (d. 638/1240) and Sadr al-Dīn Qunawī (d. 673/1274). This existence-centered understanding of Sufism has been named by the followers and critics of Ibn al-‘Arabī as the idea of waḥdah al-wujūd (unity of existence). The idea of waḥdah al-wujūd, which is mentioned in relation to Ibn al-‘Arabī, has been criticized by Sūfīs and other ulamā. Imām Rabbānī (d. 1034/1624) was the most prominent name among the Sūfīs with his criticisms of Ibn al-‘Arabī. The idea of waḥdah al-shuhūd (unity of vision), created by Imām Rabbānī based on his criticism of waḥdah al-wujūd, also formed a tradition, and the comparison of waḥdah al-wujūd and waḥdah al-shuhūd has become the hallmark of this tradition. Another name among the followers of Imām Rabbānī who reconsidered his criticism of waḥdah al-wujūd is Alīmullāh Lāhūrī. Alīmullāh Lāhūrī, said that he is separated from his predecessors Khwāje Muhammad Parsā (d. 822/1420), Mullā Jāmī (d. 898/1492) and Ubayd Allāh Ahrār (d. 895/1490), who defended the idea of waḥdah al-wujūd in the Naqshbandī sect of which Alīmullāh Lāhūrī was a member. Alīmullāh Lāhūrī claimed that waḥdah al-shuhūd represents the outward (zāhir) and waḥdah al-wujūd represents the inward (bātin), and like his contemporary Shah Walī Allah Dihlawī (d. 1176/1762), he decided that it would be better to combine waḥdah al-wujūd and waḥdah al-shuhūd. Alīmullāh Lāhūrī on which no study has been done until today was born in Lahore, as can be understood from his nisba. He studied in Lahore from Nasr al-Haq Qādirī and Abu al-Fath Muhammad Afdalshah al-Mantıqī language, logic and philosophy by reading the books like Qutb al-Dīn Rāzī’s (d. 766/1365) Sharh al-Shamsiyya and Dawwānī's (d. 908/1502) Sharh al-Tahzīb with their annotations. Again while in Lahore, he read Masnawī from Abd al-Karīm Uwaysī and joined the Naqshbandī sect as a follower of Mirzā Jamīl Beg Peshāwarī, whose lineage reached Imām Rabbānī through Ādam Banūrī. He learned hadith from Hayāt al-Sindī (d. 1163/1750), who migrated from Lahore to Hijaz. Alīmullāh Lāhūrī came from Hijāz to Damascus and from there to Istanbul. He wrote thirteen large and small works on the theoretical issues of Sūfism and three treatises on the issues of sayr al sulūk while he was living in Istanbul and later in Damascus, where he returned and lived until the end of his life. Alīmullāh Lāhūrī, who was also a member of the Shuttāriyya and Chishtiyya orders, trained caliphs in the Naqshbandī order while he was in Damascus. Alī Bahjat Efendi (d. 1238/1822), whose lineage reached Alīmullāh Lāhūrī, referred to Alīmullāh Lāhūrī as “the person who is well-known in tawhīd, the only one in yaqîn (certain knowledge) secrets of the time, the person who spread the Naqshbandī sect in Sham and brought many people to the level of guidance” demonstrates his effectiveness in Damascus. The fact that Shaykh al-Islām Abū Ishaqzāda Asad Efendi (d. 1166/1753), for himself, copied his work Futūhāt al-unsiyya fī tahqīq rumūz al-sūfiyya, which Alīmullāh Lāhūrī wrote in Istanbul. Dedicating his Persian work named Taqdīs al-Rahmān bi taqyīd an al-zamān wa al-makān to Grand Vizier Sayyid Abdullāh Pasha (d. 1174/1761), stating that he attended the lectures of Istanbul scholars and copyrighting his voluminous works in Istanbul, demonstrates his effectiveness in Istanbul. It is possible to define Alīmullāh Lāhūrī as an Akbarī-Mujaddidī Sūfī who conveyed his scientific-mystical knowledge, which he gained in Lahore and Hijaz, to Damascus and Istanbul with copyright, education and guidance. In this article, Alīmullāh Lāhūrī's teachers, sheikhs, his journeys, his Mujaddidī silsilah, his Sūfī thought, his caliphs and his works, all of which are in writing, are examined for the first time. In the research, Silk al-Durar of Muhammad Halīl al-Murādī (d. 1206/1791) the contemporary of Lāhūrī, was used as the primary source. In this work, Murādī gives information about Lāhūrī's education, his travels, his lodge in Damascus and his activities. The works of Lāhūrī, which Murādī did not mention in Silk al-Durar, were identified as a result of library scans. In the article, the works of Lāhūrī were introduced, and the information he gave about himself in his works was confirmed by comparing them with what Murādī conveyed.
-
Primary Language | Turkish |
---|---|
Subjects | Religion, Society and Culture Studies |
Journal Section | Research Articles |
Authors | |
Project Number | - |
Early Pub Date | June 13, 2023 |
Publication Date | June 15, 2023 |
Submission Date | March 28, 2023 |
Published in Issue | Year 2023 |