Considering both Michel Foucault’s disciplinary, bio-power, and biopolitics concepts, I will support Atwood insights about women’s growing subjugation and argue with relevant examples from the novel that in the near future, the family unit will be torn apart by power relations under the control of an oppressive regime and neoconservative ideology. With the rising neoliberal and neoconservative ideologies all around the world, people have begun to lose their hopes in bright futures and felt the bell jar over their heads in the 21st century. Margaret Atwood began to carry the banner for feminist dystopias with The Handmaid’s Tale, written in 1985. In a country called Gilead, ruled by a totalitarian regime, women are considered slaves who perform certain inferior tasks and exist in order to give birth to healthy ubermensch babies for Commanders. In creating this dystopian world, Atwood emphasizes the deformation in society and establishes a hierarchy system in which women are objectified, and marginalized. In this way, she shows the reader how a patriarchal society is shaped through fiction and Atwood criticizes all institutions in their own way. The Handmaid’s Tale, as an important example of feminist dystopian literature, reveals women’s future struggle for freedom and the oppression they will be subjected to, and Atwood meticulously narrates their story. This novel by Atwood holds a mirror to the political and social problems of our time, leading readers to ponder and question the future within the framework of a dystopian universe.
biopower biopolitics Foucault The Handmaid's Tale Margaret Atwood
Bu makalede Michel Foucault’un disiplin, biyo-iktidar ve biyopolitika kavramları dikkate alınarak, Atwood’un kadınların giderek artan ve artacak olan tutsaklığına dair öngörüleri desteklenirken, gelecekte aile biriminin baskıcı bir rejim ve neo-muhafazakâr ideolojinin kontrolü altında güç ilişkileri tarafından parçalanacağı savı da romandan ilgili örnekler verilerek tartışılacak. Tüm dünyada yükselen neoliberal ve neo-muhafazakâr ideolojiyle birlikte, insanlar 21. yüzyılda parlak gelecek umutlarını kaybetmeye başladılar ve sözümona cam bir fanusun ruhlarına geçirildiğini tüm zerreleriyle hissettiler. Margaret Atwood, 1985 yılında yazdığı Damızlık Kızın Öyküsü ile feminist distopyalar için bayrağı göndere çekti. Totaliter bir rejim tarafından yönetilen Gilead adlı ülkede, kadınlar belirli aşağı görevleri yapan köleler olarak kabul edilmekte ve Komutanlar için sağlıklı üstün bebekler doğurmak amacıyla var olmaktadırlar. Atwood, bu distopik dünyayı yaratırken toplumda deformasyona vurgu yapar ve kadınların nesneleştirildiği, marjinalleştirildiği bir hiyerarşi sistemi kurar. Bu şekilde patriarkal bir toplumun nasıl şekillendiğini okuyucuya kurmaca üzerinden gösterip, tüm kurumları kendi özellerinde eleştirir. Damızlık Kızın Öyküsü, feminist distopya edebiyatının önemli bir örneği olarak kadınların gelecekteki özgürlük mücadelesini ve maruz kaldıkları baskıları titizlikle ele alıp, gözler önüne serer. Atwood’un bu romanı, çağımızın politik ve toplumsal sorunlarına ayna tutarak, okuyucuları düşündürmeye ve geleceği distopik bir evren çerçevesinde sorgulamaya yönlendirir.
biyoiktidar biyopolitika Foucault Damızlık Kızın Öyküsü Margaret Atwood
Birincil Dil | İngilizce |
---|---|
Konular | Kadın Araştırmaları |
Bölüm | Makaleler |
Yazarlar | |
Erken Görünüm Tarihi | 30 Kasım 2023 |
Yayımlanma Tarihi | 30 Kasım 2023 |
Gönderilme Tarihi | 10 Haziran 2023 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2023 |
Dergide yayımlanan tüm çalışmalar, kamu ve tüzel kişilerce, gerekli atıflar verilmek koşuluyla kullanıma açık olup dergide yayımlanmış çalışmaların tüm sorumluluğu yazarlarına aittir.