In the history of Islamic thought, the issue of "existence" has kept busy the philosophers and scholastic theologians as well as Sufis. One of the views put forward on the issue is the understanding of wahdat-i wujud. Although some expressions were made in the direction of wahdat-i wujûd by the previous Sufis, Ibn al-Arabi's position on the issue is quite different from the others. In this article, the approach that Ibn al-Arabi had adopted wahdat al-wujd vigorously in the early stages of the early stages of his sayr-u sulook but renounced it later, for he reached the higher positions and clearer information through kashif at the end of his life has been examined. Considering Ibn al-Arabi’s expressions in the context of existence and the relationship between Allah and the universe, it is seen that he sometimes used different sentences, possibly because of the change in his rank in the course of sayr and sulook, and sometimes included expressions that were in contradiction with each other. Regarding Ibn al-Arabi’s views on wahdat al-wujd, a great number of scholars accept that, as he used his expressions about wahdat al-wujud in a spiritual drunkenness, they should be interpreted in line with the basic principles of shariah, whereas some accused him of infidelity. Ibn al-Arabi's source of information and the terms he uses have an important effect whether on the basis of wahdat al-wujûd or misunderstanding of some of his other views or not being understood sufficiently. As in most of his works on Sufism, Ibn al-Arabi used terms in his other works that are not very clear and not known to everyone. He remarked that he wrote down the subtleties of secrets and luminosity of luminous sciences with a number of alluding statements not clear in the first sight for everyone, saying that he had done it to make prayers and supplications sincerer. He also stated that he had put down the divine meanings in a veiled way in order to prevent the bad words of scholars who did not have a share from Sufism or denied it. Since the apparent meaning understood from some of Ibn al-Arabi's expressions was in the direction of wahdat-i wujud, it was pointed out that the sentences in question were uttered in spiritual intoxication, and the approach that the statements made after this spiritual intoxication state should have been taken as basis was generally accepted. However, it can also be said that, like a great number of his followers, Ibn al-Arabi gave up advocating wahdat al-wujûd as it was probable that he changed some of his previous knowledge he acquired through the kashf he had after proceeding in his sayr and sulook. Because even though Ibn al-Arabi and his close followers were portrayed as the proponents of the idea of wahdat-i wujud, they actually did not use the term wahdat-i wujud as a metaphysical term, and those who used it, on the other hand, did not mean anything such as "considering every being as Allah" by that term. Ibn al-Arabi mentioned the verse that says, "whoever says I am deity other than Him, we will give him hell as punishment", and he likens those who say, “I am deity” in spite of the fact that they fall ill, get hungry, and go to the toilet to the Pharaoh, who said “Oh notables! I don't know any deity for you except me."
İslâm düşünce tarihinde “varlık” meselesine dair ortaya atılan görüşlerden birisi vahdet-i vücûd anlayışı olup bu hususta İbnü’l-Arabî’ye büyük önem atfedilmiştir. İbnü’l-Arabî’nin vahdet-i vücûda dair ifadelerinin manevî sarhoşluk halinde söylendiği kabul edilerek söz konusu ifadelere İslâm’ın esasları istikametinde tevil getirilmekle birlikte bazen onu tekfire kadar varan eleştiriler de yapılmıştır. Bu makalede ise; “İbnü’l-Arabî’nin seyr ü sülûkte üst makamlara çıkıp keşif yoluyla daha net bilgilere ulaşmasından sonra vahdet-i vücûd anlayışından uzaklaştığı” yönündeki farklı yaklaşım incelenmeye çalışılmıştır. İbnü’l-Arabî’nin bazı ifadelerinden anlaşılan zahirî mana vahdet-i vücûd istikametinde olduğu için söz konusu cümleleri manevî sarhoşluk halinde söylendiğine dikkat çekilerek bu halin geçmesinin akabinde yapılan açıklamaların esas alınması gerektiği şeklindeki yaklaşımın genel kabul gördüğü ifade edilebilir. İbnü’l-Arabî’nin varlık ve Allah-âlem ilişkisi bağlamında yer alan ifadelerine bakıldığında onun zaman zaman farklı cümleler kullandığı, muhtemelen seyr ü sülûkteki mertebesinin değişmesinden dolayı bazen birbiriyle tezat teşkil eden ibarelere yer verdiği görülür. İbnü’l-Arabî, çoğu zaman tasavvufa dair eserlerin genelinde olduğu gibi manaları pek açık olmayan ve herkes tarafından pek bilinmeyen ıstılahları kullanmıştır. O, zahiren bakıldığından manası açık olmayan bir takım rumuzlu ifadelerle sırların inceliklerini ve nuranî ilimlerin ziyalarını yazdığını açıklayıp bunu dua ve münacatların daha içten olması için yaptığını belirtmiştir. İbnü’l-Arabî ayrıca tasavvuftan nasibi olmayan ya da onu inkâr eden zahir âlimlerin kötü sözlerine mani olmak için ilâhî manaları örtülü bir şekilde satıra döktüğünü de ifade etmiştir. Bu durumun, İbnü’l-Arabî’nin bazı görüşlerinin yanlış anlaşılmasında ya yeterli derecede anlaşılamamasında önemli etkisinin olduğu söylenebilir. İbnü’l-Arabî’nin bazı ifadelerinden anlaşılan zahirî mana vahdet-i vücûd istikametinde olduğu için söz konusu cümlelerin manevî sarhoşluk halinde söylendiğine dikkat çekilerek bu halin geçmesinde sonra yapılan açıklamaların esas alınması gerektiği şeklindeki yaklaşım genel kabul görmüştür. Bununla birlikte İbnü’l-Arabî’nin pek çok saliki gibi, seyr ü sülûkte ilerleyince sahip olduğu keşif sayesinde önceki bilgilerinin bir kısmının değişmesi mümkün olduğundan vahdet-i vücûd anlayışından rücu etmesi de mümkündür. Zira İbnü’l-Arabî ve yakın çevresi vahdet-i vücûd düşüncesinin savunucuları gibi gösterilse de aslında onlar, vahdet-i vücûd ifadesini metafizik bir terim olarak kullanmamışlar, kullananlar ise o terim ile “Varlığın hepsini Allah görme” gibi bir manayı kastetmemişlerdir. Söz gelimi İbnü’l-Arabî’nin hayatının son döneminde onunla beraber olması sebebiyle onun zaman zaman tashih ettiği görüşlerinin en son halini bilme imkânına sahip olan Sadreddin Konevî, vahdet-i vücûd tabirine sadece sözlük manasında yer vermiş ve Hâlık ile mahlûku aynı kabul eden bir terim ya da anlayış istikametinde kullanmamıştır. İbnü’l-Arabî, gerçek varlığı (nur) tek görmekle birlikte güneş ve yıldızların ayrı ayrı varlıklarının olduğunu açıkça belirterek Allah-âlem ilişkisi ve varlık hakkındaki görüşlerine netlik kazandırmıştır. O, el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye’nin son cildinde Hâlık ile mahlûku birbirinden ayıran ifadelere net bir şekilde yer vermiş ve “Hak Teâlâ Allah, bizler O’nun yanında kullarız” diyerek vahdet-i vücudu reddeden açıklamalar yapmıştır. “İçlerinden kim ‘Ben, O’ndan başka ilahım’ derse biz ona cehennemi ceza olarak veririz” mealindeki âyeti zikreden İbnü’l-Arabî, hastalandığı, acıktığı ve tuvaletini yaptığı halde “Ben ilahım” diyen kimseyi, “Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka ilah tanımıyorum” diyen Firavun’a benzetmiştir. Kısaca ifade edecek olursak İbnü’l-Arabî’nin kullandığı bazı ifadelerin zahirî manaları dikkate alınarak onun vahdet-i vücûd düşüncesinde olduğu söylenebilir. Bununla birlikte biz, İbnü’l-Arabî’nin ifadelerinin bütününe itibar ederek pek çok sâlik gibi onun da seyr ü sülûkte ilerleyerek ulaştığı makamda önceki bilgilerinin bir kısmını değiştirdiğini ve vahdet-i vücûd anlayışından uzaklaştığını söylemenin daha doğru bir yaklaşım olacağını düşünüyoruz.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Subjects | Religious Studies |
Journal Section | Makaleler |
Authors | |
Early Pub Date | June 29, 2023 |
Publication Date | June 30, 2023 |
Submission Date | March 15, 2023 |
Published in Issue | Year 2023 |
Mesned İlahiyat Araştırmaları Dergisi Creative Commons Atıf-GayriTicari 4.0 Uluslararası Lisansı (CC BY NC) ile lisanslanmıştır.