Abstract
Bu çalışmanın konusunu bir köy camisinin tasvirleri oluşturmaktadır. Denizli’de, Bayat Köyünde bulunan bu cami 1950’li yıllarda bölgede dolaşan bir sanatçı grubu tarafından tasvirlerle donatılmıştır. Ellerindeki şablonlar halindeki süslemeleri duvarlara geçirerek çalışan bu grupların aynı dönemde Batı ve Orta Anadolu’da dolaşarak pek çok köy camisini benzer bir şekilde süsledikleri günümüze ulaşan örneklerden anlaşılmaktadır. Camilerin içindeki bu rengârenk, cümbüşlü tasvirler dışardan bakıldığında kerpiç duvarlarıyla bir konuttan ayırt edilemeyen mütevazı yapıları bir “halk sanatı galerisine” çevirmiştir. Köy camilerinin duvarlarını tasvirlerle süslemek bu dönemde ortaya çıkan bir yenilik değildir. 15. yüzyıldan beri izleri takip edilen, 18. ve 19. yüzyılda ise mebzul miktarda örnekle günümüze ulaşan kadim bir geleneğin Cumhuriyet devrindeki yeni yorumlarıdır. Makalede değinilecek eserlerin bazıları kısa tanıtım yazılarına konu olurken bazıları da genel çalışmalarda kısa değinmelerle zikredilmiştir. Bu yazının amacı hâlihazırda bilinen bu yapıları tanıtmaktan ziyade bu grubun en zengin örneklerinden biri olan Çivril Bayat Köyü Camisi üzerinden 1950’lerde yeniden gündeme gelen bu beğeninin niteliğini anlamaktır. Bu tartışmada şu temel soruların peşinden gidilecektir: köy camilerini bezeyen bu tasvirler eskinin “basit” tekrarları mıdır? Yoksa ünlü tarihçi Eric Hobsbawm’dan ödünç alarak söylersek kadim bir geleneğin yeniden “icadı” mıdır? Bu köklü geleneğin 20. yüzyılın ortalarında yeniden moda olması bir tesadüf müdür? Yahut da bu yapılarda karşımıza çıkan süslemeler üretildiği dönemin özgül koşullarıyla yeniden yorumlanan bir geleneği mi yansıtırlar? Zira, 1950’ler Anadolu köylerinin iktisadi ve sosyal açıdan büyük bir değişim yaşadığı Demokrat Parti devrine denk gelmektedir. Okuyacağınız makalenin ana eksenini oluşturacak bu sorulara önerilecek yanıtlar, sadece bu eser grubunu tarihsel bağlamına yerleştirmeyecek; aynı zamanda da “halk” sanatı ya da “popüler” kültür olarak nitelenen kültürel üretimi anlamaya yönelik bir çabayı da beraberinde getirecektir. Bu çalışmanın sonunda, 1950’lerde yenilenen bu camilerdeki tasvirlerin geçmişin basit bir tekrarından ibaret olmadığı; camilerde karşımıza çıkan her bir süslemenin geçmişten izler taşımakla birlikte yeni bir tarihsel bağlam içinde tekrardan üretildiği ya da “icat edildiği” savlanacaktır. 1950’lere gelindiğinde artık bulanık bir geçmişin izlerini taşıyan bu imgeler, ellerindeki şablonları hızlı bir şekilde duvara geçiren ustaların elinde birer bezeme motifine dönüşmüştür. Yeniden icat edilen bu motifler camiden kahvehaneye, tekkeden eve uzanan farklı mekânların teşrifinde kullanılarak mekânlar arasındaki sınırları bulanıklaştırmıştır. Bu süslemelerle, Anadolu’daki köy camileri kuralları katı bir şekilde belirlenmiş uzak bir mekân değildir; bilakis hayatın ve de halkın hakiki dertleriyle yaratılmış neşeli bir yaşam alanıdır.