Batı Medeniyetinde şehirler birer kurtuluş adasıdırlar. Yüzyıllardır Avrupalı toplumların Kilise ve Feodal Sistemin pençesinden kurtuluşunun adresidirler. Bu yönüyle Batı’da şehir bir tür toplumsal boşalmanın ürünüdür. Zinciri boşalmışçasına Kilisenin şahsında dinden ve feodal toplum sistemi anlamın dayarı kölelikten kaçışın ürünüdür. Bu boşalma bir kısım aşırılıkların sonucudur. Batı’nın ‘Kurtuluş Adası’ Şehrinde, Feodal Toplumun yüzyıllarca fakirliğe, geleneksel bir dirlik ekonomisine ve yarı köleliğe mahkûm edilen demesne, border, cotter ve villein gibi alt gruplarından bireyci ve homo economicus bir insan tipi; aynı grupların Kilise merkezli aşırılıklara tabi tutulmasıyla da yine aşırı bir tutum olarak seküler insan tibi ortaya çıkmıştır. Bunlara Avrupa coğrafyasının ve diğer faktörlerin de katkı sağlamasıyla bir başka aşırılık hali olarak pozitivizme uzayan katı bir rasyonel duruş da eklenmiş ve ortaya Batı Şehri çıkmıştır ki, bu şehir biçimi tamamıyla bir tür aşırılıklar medeniyeti Avrupa (Batı)’nın kâmilen tecessüm ettiği yerler olmuşlardır. Oysa İslam Şehirleri tam aksine insanoğlunun daha kalabalık, yoğun ve heterojen bir biçimde yaşama alanı olmaktan; kırsaldan ayrılan bu özelliklerine binaen gerekli özgün düzenlemelerin kültüre, iklime, coğrafyaya, topografyaya ve manevi değerlere göre esnek bir şekilde düzenlenmesinden başka bir şey değildir. Batı’da bizzat bir varlık ortaya koymak için şehir inşa edilmişken; İslam Medeniyeti’nde insanı ve tabiatı kapsayacak bir anlayışla ‘varlığı’ korumak ve geliştirmek üzere şehirler kurulmuştur. O, Batı’dakinin aksine fetişleştirilen üçüncü bir varlık alanı değil, insanoğlu ve tabiat arasında zorunlu beşeri ihtiyaçları karşılayıp, ona mutedil bir beşeri açılım imkânı da sunan esnek bir geçiş platformudur.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Journal Section | Makaleler |
Authors | |
Publication Date | March 15, 2010 |
Published in Issue | Year 2010 Volume: 6 Issue: 23 |
Muhafazakar Düşünce Dergisi