In this article Hannah Arendt and Carl Schmitt’s opponent thoughts about constituent power are discussed. The aim of discussion is to reconsider the concept of constituent power in an enriched conceptual framework. Thereby the article suggests moving beyond present infertile politic and academic discussion on constitution making problem in Turkey. way for a chaos of ‘permanent revolution’. This fear sharpens Arendt’s opposition of democracy. Because of that Arendt does not make a distinction between the concepts of sovereignty and popular sovereignty separates the concept of constituent power from popular sovereignty. According to her, ‘founding act’ bases on making separation between authority and power. At this juncture she faces Rome. Because Romans had achieved to separate the two: Potestas in populo, auctoritas in Senato. Then Arendt indicates American Revolution which the unique successful experience of founding acts among modern revolutions. But American Revolution is an exception. In America was such that only Americans had the conditions of pure political act. It was Carl Schmitt who carries the Sieyèsian conceptualization of constituent power and constituted power to the twentieth century. Both in Constitutional Theory and in The Concept of The Political which is preparatory of the former one he claimed the thoughts which are the sources of Arendt’s criticism. The concepts of ‘identity’, ‘homogeneity’ and sovereignty are used by Carl Schmitt for grounding the assumptions relating the founding of political unity. Carl Schmitt defines constitution as a decision on type and form of a political unity. So his democratic concept of constituent power grounded on an immanent conceptualization of popular sovereignty. As a Rousseauist Schmitt grounds the relation between constituent power and popular sovereignty and indicates the continuity of the people’s constituent act. But he also is a severe opponent of democracy. This opposition comes to light in his theory of representation. As a Rousseauist Schmitt claims that representation and democracy cannot be reconciled and the political is conditioned with representation. The radical interpretation of Carl Schmitt’s democratic theory of constituent power, by way of the relation between constituent power and popular sovereignty, suggests thinking of democracy with constituent power. Thus constitutional-political conflicts can be comprehended beyond procedural matters
Hannah Arendt, egemenlik ve halk egemenliği arasında ayrım yapmaz. Bodin’den Rousseau ve Sieyès’e bir çizgiyi takip ederek ‘egemenlik’ ve ‘bir’lik kavramlarını politika dışı olmakla eleştirir. Ona göre Fransız Devrimi’nin halk egemenliği kavramı, Devrim’in monarşiden devraldığı ‘mutlak’ı yeniden tesis edecek bir aşkınlık ihtiyacını karşılamıştır. Otorite ve iktidar Fransız Devrimi’nde halk egemenliği kavramı içinde birleştirilmiş ve insan yapısı yasanın meşruiyetini sağlayacak aşkın güvence bu kavram ile sağlanmıştır. Halkın iradesini yasanın üzerinde konumlandıran halk egemenliği kavramı ona göre istikrarlı kurumların yaratılması önünde her zaman engel olacak bir ‘sürekli devrim’ karmaşasına neden olur. Bu bakımdan Arendt’in düşüncesinin keskinleştiği yer demokrasi karşıtlığıdır.
Arendt, egemenlik ve halk egemenliği kavramlarını ayırmadığı için politikanın dışında tuttuğu halk egemenliğini kurucu iktidardan ayırır. Kurucu eylemi, otorite ve iktidarın birleşmesi olarak düşündüğü halk egemenliğinden kopararak, otorite ve iktidarı ayırmaya dayandırır. Otoriteyi kurucu ataların eyleminin deneyimi, iktidarı halkın birlikte eylemi ile tanımlayan Roma’da kurucu eylemi yeniden keşfeder. Bunun modern devrimler bakımından tek başarılı örneği olarak da Amerikan Devrimi’ni gösterir. Amerikan Devrimi, ona göre aşkın bir mutlak yaratmamış saf bir politik kurucu iktidar deneyimidir. Fakat Amerikan Devrimi, sosyal sorunun olmadığı bir ülkede gerçekleşmesi, devrim öncesi halkın müzakere kültürünü yaratan kurulu yapıların bulunduğu gibi gerekçelerle tarihsel bir istisna olarak sunulmuş ve politika içinde kurucu iktidar bu tarihsellikte hapsedilmiştir.
Sieyèsçi kurucu iktidar - kurulu iktidar ayrımını yirminci yüzyıla taşımış olan Carl Schmitt’tir. Schmitt gerek Anayasa Öğretisi’nde gerekse de ona zeminini sunan Siyasal Kavramı’nda Arendt’in eleştirilerinin kaynağı olan fikirleri geliştirmiştir. Özdeşlik, türdeşlik, egemenlik kavramları bu eserlerde siyasal birliğin kuruluşuna ilişkin varsayımların temellendirilmesinde kullanılır. Anayasayı ‘siyasal birliğin kendi formu ve tipi üzerine verdiği karar’ olarak tanımlayan Schmitt’te kurucu iktidarın demokratik teorisi, halk egemenliğine dayanır. Kuruculuğu Rousseaucu halk egemenliğine dayandıran Schmitt, halk egemenliği ve kurucu iktidar arasındaki ilişkiyi temellendirerek kurucu iktidarın sürekliliğine işaret etse de demokrasi karşıtlığını temsil ilişkisiyle ortaya koyar. Ona göre temsil demokrasinin karşıtıdır ve siyasalı koşullandırmıştır.
Schmitt’in temellendirdiği ilişkinin radikal yorumu, kurucu iktidarı, kapanmayan siyasal çatışmanın temel kavramı olarak temellendirir. Bu yorum, kurucu iktidar alanında siyaset felsefesinin ürettiği zengin malzemenin, anayasal-siyasal olguların değerlendirilmesinde kısır tartışmaların ötesine geçilmesini sağlayacak araçlar sunmaktadır.
Bu makalede, Hannah Arendt ve Carl Schmitt’in kuruculuk konusunda birbirine karşıt biçimde konumlanan görüşleri tartışılmaktadır. Tartışmanın amacı, kurucu iktidar kavramının zengin bir kavramsal çerçeve içinde yeniden düşünülmesini sağlamaktır.
Makalenin temel önerisi kurucu iktidarı, halk egemenliği kavramı ile birlikte düşünmektir.Bu önerinin dayandığı varsayım, halk egemenliğinin kurulu düzen içinde kapanmayan bir boşluk yarattığı ve halkın kuruculuğunun kurulu düzen içinde kaybolmadığıdır. Siyasal-anayasal gelişmeler bu varsayım ekseninde incelendiğinde kurucu iktidar kavramı, teknik bir sorun olmanın ötesinde kavranabilecektir.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Journal Section | Makale /Articles |
Authors | |
Publication Date | October 23, 2015 |
Published in Issue | Year 2015 Volume: 39 Issue: 3 |