1960’larda toplumların modern ekonomik gelişme aşamasına ulaşması için
kültürel ve toplumsal bir değişim sürecine ihtiyaç duyduğundan yola çıkan
modernleşme teorisi, Batı dışı toplumlarda geri kalmışlığının anlaşılması,
açıklanması ve bu toplumların gelişme pratiklerine katkı sağlanması amacıyla
sosyoloji ve siyaset biliminin de konusu haline gelmiştir. Modernleşme teorisi
“Karşılaştırmalı Siyaset” içinde de özellikle demokrasinin bir yönetim biçimi
olarak baskın hale gelmesiyle önemli bir yaklaşım olarak kendini göstermiştir.
Dolayısıyla modernleşme teorisinin demokratikleşme süreçlerinin anlaşılması ve
sebep-sonuç ilişkisinin tanımlanması, anlamlandırılması ve açıklanması
konularında oldukça sık başvurulan bir yaklaşım olduğu söylenebilir.
Karşılaştırmalı siyaset içinde modernleşme teorisinin kurucusu kabul edilen
Seymour Martin Lipset demokratikleşmeyi neredeyse doğal kabul edilen değişim
sürecinin bir parçası olarak görür ve ekonomik gelişmişliğin beraberinde sosyal
ve siyasal gelişmişliği de getirdiğini iddia eder. Lipset’in 1959 yılında
yazdığı “Demokrasinin Toplumsal Gereklilikleri: Ekonomik Kalkınma ve Siyasal
Meşruiyet” (Some Social Requisites of Democracy: Economic Development and
Political Legitimacy) başlıklı makalesi öncül çalışma niteliğindedir. Lipset
makalesinde demokrasi ve ekonomik gelişmişlik arasında var olduğunu iddia
ettiği korelasyon üzerine kurguladığı hipotezinde, bir ulusun ekonomik
gelişmeye bağlı olan refah seviyesi arttıkça, o toplum içinde demokrasinin de o
derece sürdürülebilir olacağını savunmuştur. Bu makalenin amacı karşılaştırmalı
siyaset bilimi çerçevesinde modernleşme teorisini yeniden düşünmektir. Bu
kapsamda, Lipset’in yukarıda adı geçen makalesi merkeze alınarak, modernleşme
teorisi bağlamında demokratikleşme süreçleri üzerine yapılan okumalar eleştirel
bir biçimde ele alınacaktır.
In the 1960s modernization theory has become one of
the dominant paradigms in sociology and political science and both disciplines
relied on it in explaining why non-Western countries remained underdeveloped.
Modernization theory, which suggests that economic development requires a
cultural and social transformation, has also affected the literature on
comparative politics, particularly when democracy has become the dominant
regime type in the Western world. As such, many studies to date has employed
this approach as a way to understand and explain the processes of
democratization in different contexts. Seymour Martin Lipset, the founding
father of modernization theory, approaches democratization as a natural outcome
of modernization and forms a linear relationship between the economic
development and the social and political development. Lipset’s article “Some
Social Requisites of Democracy: Economic Development and Political Legitimacy”
published in 1959 is considered to be a seminal work in this respect. Lipset
argues that there is a correlation between economic development and democracy
in that the higher the level of economic development and economic welfare the
higher the chances of democracy to survive. The major goal of this article is
to rethink the premises of modernization theory based on the aforementioned
article of Lipset from the perspective of comparative politics. Accordingly, in
this paper we will critically analyse the theories of democratization based on
the modernization approach and try to observe the impact of modernization
theory on the democratization literature.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Subjects | Political Science |
Journal Section | Articles |
Authors | |
Publication Date | June 30, 2019 |
Acceptance Date | June 26, 2019 |
Published in Issue | Year 2019 Volume: 11 Issue: 18 |