Tespit
edilebildiği kadarıyla zamanı gösteren alet olan saatin; güneş, kum, yağ, su
ile çalıştırılan en ibtidai şekilleriyle, M.Ö. önce 3000–2000 yıllarında
Mezopotamya, Mısır, Hindistan ve Çin’de kullanıldığı görülmüştür. Bu saatlerin
en yaygın olarak kullanılanı güneş saatleri olmuştur. Bu saatler, Selçuklu ve
Osmanlılar döneminde de kullanılmış, mevcudiyetini XX. yüzyıl başlarına kadar
sürdürmüştür. Namaz saatlerinin tespiti ve takvimlerin düzenlenmesi açısından
yapılan titiz çalışmalara bakıldığında, saatlerin gelişiminde Müslüman
âlimlerinin ve İslam medeniyetinin payını yabana atmak mümkün değildir. Saat
kulesi yapma geleneği Avrupa’da XIII. yüzyıldan itibaren görülmeye başlamış ve
XIV. yüzyılda yaygınlaşmıştır. Osmanlı topraklarına ise Kanuni Sultan Süleyman
döneminden hemen sonra, XVI. yüzyıl sonlarında girmiş, XVIII. yüzyıl ile
beraber gelişip yayılmıştır.
Osmanlı
topraklarında esas saat kulesi yapımı Osmanlıların batılılaşma süreciyle de
ilgili olarak; Sultan II. Abdülhamid’in tahta çıkışının 25. sene-i devriyesinde
(1901-1902), valilere saat kulesi yapımıyla ilgili gönderdiği ferman ile
başlamıştır. Padişahın şahsi olarak vakitlerin kullanımına verdiği önem bir
yana, ülkesinde işlerin daha hızlı ve düzenli bir şekilde yapılması için de bu
işe ayrı bir ehemmiyet verdiği bilinmektedir. İnşa tarihinde ihtilaf olmakla
beraber bu dönemde yapılanlardan birisi de Niğde Saat Kulesi’dir.
Bu
çalışmamızda Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi’nde bulduğumuz ve
bugüne kadar kullanılmadığını anladığımız belgeler ışığında; Niğde Saat Kulesi
yeniden ele alınacak ve bilim dünyasına daha yakından tanıtılacaktır.
It has been seen that the clock, an instrument that shows time to the
extent it can be determined, was used in Mesopotamia, Egypt, India, and China
in the years 3000-2000 BCE, in the most rudimentary forms operated by sun,
sand, oil, and water. Sundials were the most commonly used of these clocks.
These clocks were used in the Seljuk and Ottoman periods and maintained their
presence until the start of the 20th century. Regarding the meticulous studies
conducted in terms of the identification of prayer clocks and regulating
calendars, it is not possible to disregard the share of Muslim scholars and
Islamic civilization in the development of clocks. The tradition of making
clock towers started to be seen in Europe in the 13th century and became common
in the 14th century. It entered Ottoman lands at the end of the 16th century
immediately after the reign of Suleyman the Magnificent and developed and
spread together with the 18th century.
Basic clock tower construction on Ottoman lands started with the decree
Sultan Abdülhamid II sent regarding the construction of clock towers to the
provinces at the turn of the 25th year of his ascent to the throne (1901-1902),
regarding the process of westernizing the Ottomans. It is known that the
importance the sultan personally gave to the use of time on the one hand was for
the faster and more orderly conduct of work in his country and that he provided
a separate consideration to this work. One of the configurations in this period
along with controversy in the history of construction is the Niğde Clock Tower.
This study will reopen the discussion of the Niğde Clock Tower and will
more closely get familiar with it in the world of science considering the
documents we have found in the Presidential Office of the State Archives
Ottoman Archive and understand not to have been used until today.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Journal Section | Research Articles |
Authors | |
Publication Date | October 15, 2019 |
Submission Date | May 21, 2019 |
Acceptance Date | July 6, 2019 |
Published in Issue | Year 2019 Volume: 5 Issue: 9 |
Indexes
SCOPUS, TÜBİTAK/ULAKBİM TR DİZİN [SBVT]
INDEX COPERNİCUS [ICI], ISAM, SOBIAD and Scilit.
Unless otherwise stated, the articles published in our magazine are licensed under the Creative Commons Attribution 4.0 International (CC BY 4.0) license. All authors and translators who submit texts for publication in the journal are expected to be the sole copyright holders of the submitted text or to have obtained the necessary permissions. By submitting texts to the journal, authors and translators implicitly accept that these texts will be licensed under CC BY 4.0 unless explicitly stated otherwise to the editors at the outset.