Medicine has several goals, including preventing and curing diseases, relieving pain and suffering, and promoting and maintaining the mental and physical health of the person from birth to death. Thanks to medical and technological developments in the last century, medicine has started to provide the opportunity to live longer. However, whether a longer life leads to a better life is debatable. Before these developments, death was regarded as a natural and inevitable end and mostly handled with religious approaches, such as Ars moriendi. However, these medical and technological advances have caused a misleading perception that medicine has the power to achieve every desired outcome. Under the influence and pressure of this misleading situation, people began to demand aggressive treatments, like resuscitation, mechanical ventilation, artificial nutrition and hydration, and chemotherapy. Of course, these medical interventions can be lifesaving for some patients. However, in the case of incurable conditions, such as metastatic cancers, Alzheimer's disease, or advanced organ failure, aggressive treatment methods often fail to produce promising results; on the contrary, they place a variety of burdens on patients, families, and society, as significantly reducing patients' quality of life, causing unrealistic hopes, and exhausting limited health resources. In this context, the article aims to briefly examine the change in people's perception of death and the dying process and to evaluate its de facto and ethical impacts. This study shows that medical and technological breakthroughs have significantly changed people's comprehension, acceptance, and perception of death, which made death no longer a natural end, but a medical failure. In other words, a medical interventions-based death, called medicalized death, has replaced a religion-based death. As a result of this change, the social, spiritual, and emotional aspects of death and the dying process are ignored for the sake of excessive and ineffective medical interventions. This situation brings about a critical shift in where, how, and when to die, and produces various ethical problems regarding the principles of respect for autonomy, non-maleficence, and justice. The present article demonstrates that most people want to die at home and spend their last days with their families. However, due to medical interventions, many die in healthcare facilities while on medical treatments and machines. In this context, this study recommends home-based palliative care services encompassing social, emotional, and spiritual support instead of aggressive medical interventions at end-of-life. Home-based palliative care will enable individuals to spend the last days of their lives at home with their loved ones, receive emotional and spiritual support, and prevent themselves, their families, and society from unnecessary and futile medical expenses. In conclusion, in light of the principles of respect for autonomy, non-maleficence, and justice, in end-of-life issues, medicine should focus on improving patients' quality of life, providing patients with social, emotional, and spiritual support, and ensuring that patients have the opportunity to spend their last days of life with their family members, which can most suitable be achieved through home-based palliative care.
Tıbbın, hastalıkları önlemek ve iyileştirmek, ağrı ve ıstırabı dindirmek ve erken ölümleri engellemek dâhil olmak üzere, doğumdan ölüme kadar kişinin ruh ve beden sağlığını geliştirmek ve sürdürmek şeklinde çeşitli amaçları bulunmaktadır. Son yüzyıldaki, tıbbi ve teknolojik gelişmeler sayesinde, tıp, daha uzun yaşama imkânı sağlamaya başlamıştır. Ancak, daha uzun yaşamın, daha iyi bir yaşam sağlayıp sağlamadığı konusu tartışmalıdır. Bahsi geçen gelişmelerden önce, ölüm, doğal ve kaçınılmaz bir son olarak kabul edilmekteydi ve çoğunlukla Ars moriendi gibi dini yaklaşımlarla ele alınmaktaydı. Fakat, söz konusu tıbbi ve teknolojik gelişmeler, tıbbın, her istenilen sonucu elde etme gücü varmış gibi yanıltıcı bir algıya yol açmıştır. Bu yanıltıcı durumun etkisi ve baskısı altında, insanlar, resüsitasyon, mekanik ventilasyon, yapay beslenme ve hidrasyon ve kemoterapi gibi agresif tedaviler talep etme yoluna gitmeye başladılar. Elbette bu tıbbi müdahaleler, bazı hastalar için hayat kurtarıcı nitelikte olabilmektedir. Ancak, metastatik kanserler, Alzheimer hastalığı veya ilerlemiş organ yetmezlikleri gibi tedavi imkânı olmayan hastalıklar durumunda, agresif tedavi yöntemleri çoğunlukla umut verici sonuçlar üretememektedir; tersine, bunlar, hastalara, ailelere ve topluma, hastaların yaşam kalitesini önemli ölçüde düşürmek, gerçek dışı umutlara neden olmak ve sınırlı sağlık kaynaklarını tüketmek şeklindeki yükler getirmektedir. Bu bağlamda, makale, insanların ölüm ve ölüm süreci algısındaki değişimi kısaca incelemeyi ve bunun fiili ve etik etkilerini değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Bu çalışma, tıbbi ve teknolojik alanlardaki ilerlemelerin, insanların ölümü anlama, kabul etme ve algılama biçimlerinde önemli değişikliklere yol açtığını ve bu değişikliklerin etkisiyle, ölümün artık doğal bir son değil, tıbbi bir başarısızlık olarak görülmeye başlandığını göstermektedir. Başka bir ifadeyle, tıbbileştirilmiş ölüm olarak adlandırılan, tıbbi müdahalelere dayalı bir ölüm anlayışı, din temelli bir ölüm anlayışının yerini almıştır. Bu değişimin bir sonucu olarak, ölüm ve ölüm sürecinin sosyal, manevi ve duygusal yönleri, aşırı ve sonuç doğurmayan tıbbi müdahaleler uğruna göz ardı edilmektedir. Bu durum, nerede, nasıl ve ne zaman ölüneceği konularında ciddi bir değişim meydana getirmekte ve özerkliğe saygı gösterme, zarar vermeme ve adalet ilkeleri temelinde çeşitli etik sorunlar üretmektedir. Mevcut makale, insanların çoğunluğunun evde ölmek ve hayatlarının son günlerini aile üyeleriyle birlikte geçirmek istediğini göstermektedir. Ancak agresif tıbbi müdahaleler nedeniyle, bu insanların birçoğu sağlık kuruluşlarında, tıbbi müdahalelere ve cihazlara bağlı bicimde ölmektedirler. Bu çerçevede, söz konusu bu çalışma, hayatin son döneminde, agresif tıbbi tedaviler yerine, sosyal, duygusal ve manevi desteği de kapsayan evde palyatif bakım hizmetlerini önermektedir. Evde palyatif bakım hizmetleri, bireylere, ömürlerinin son günlerini kendi evlerinde sevdikleriyle birlikte geçirmelerine, duygusal ve dinsel destek almalarına ve kendilerini, ailelerini ve toplumu gereksiz ve faydasız tıbbi masraflardan kurtarma imkânı sağlayacaktır. Sonuç olarak, yaşamın sonuna dair konularda, özerkliğe saygı, zarar vermeme ve adalet ilkeleri ışığında tıp, hastaların yaşam kalitesini iyileştirmeye, hastalara sosyal, duygusal ve manevi destek sağlamaya, hastaların hayatlarının son günlerini aile bireyleriyle birlikte geçirmelerine olanak sağlamalıdır, ki bahse konu bu amaçları sağlamanın en uygun yolu evde palyatif bakım hizmetleridir.
Primary Language | English |
---|---|
Journal Section | RESEARCH ARTICLES |
Authors | |
Early Pub Date | June 1, 2023 |
Publication Date | June 15, 2023 |
Submission Date | January 5, 2023 |
Acceptance Date | April 9, 2023 |
Published in Issue | Year 2023 |
Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Creative Commons Atıf-GayriTicari 4.0 Uluslararası Lisansı (CC BY NC) ile lisanslanmıştır.