The main purpose of this study is to examine the historical course of relations between Yasaviyya and Kubraviyya orders from their emergence until the end of the sixteenth century. While achieving this aim, the ideas, practices and interpersonal relations between the two orders were taken as basis. Three major orders that are active in Central Asia are mentioned: Yasaviyya, Kubraviyya and Naqshbandiyya. The first of these, “the Yasaviyya”, derived from Khoja Ahmad Yasavī (d. 562/1166); the other, “the Kubraviyya” derived from Najm al-Dīn al-Kubrā (d. 618/1221); thirdly “the Khawajagān School”, spearheaded by Abd al-Khālık al-Gucdevānī (d. 616/1219) and it’s sequel “the Naqshbandiyya”, named after Bahā al-Dīn Naqshband of Bukhārā (d. 791/1389). By the sixteenth century, Naqshbandiyya, with the support of the administrators, virtually dissolved the other orders in the region and became the most dominant order in Central Asia. That's why the article is based on a specific time period. There are essentially two main factors behind such a study: The first of these is that the orders mentioned above have important roles in both the acceptance of Islam and the social life of the Turks and other peoples of the region. Nevertheless, the contributions of the members of these paths to the sūfī thoughts and practices are also valuable. The positive or negative effects of their relationships with administrators should never be ignored. In addition to all these, the relations between the orders in question are also a part of the history of sūfīsm. Therefore, due to their emergence and spread in nearby geographies, the good or bad relations of the above mentioned orders with each other are of great importance in terms of the history of sūfīsm as well as social and political history. Although today there is a remarkable increase in academic publications related to the main figures and works of Yasaviyya and Kubraviyya, the connections between the orders in question have almost never been discussed as a separate article or book. Recently, the unearthing of the basic sources of Yesevī culture, especially written in Khwarezmian or Chagatai Turkish, and transferring them to our language is another of the main factors that push us such a study. Because these works enable us to make more accurate evaluations about the relations between these orders. In order to realize the above-mentioned issues, the article focuses on the narrations in Yasavī and Kubravī literature, as well as general historical and sūfī sources, and tries to interpret them in terms of text analysis and historical method. Sūfī Muhammad Dānishmand Zernūkī's (d. ?) Mir'āt al-ḳulūb and Ahmed Hazīnī's (d. after 1002/1593-4) Cevāhir al-abrār min emvāc al-biḥār and Menba‘ al-abḥār fī riyāḍ al-abrār which we mostly refer to in our research, are among the most fundamental sources in terms of understanding the relations between the two orders. As a result, it was seen that the relations between the two orders developed at a very good level during the establishment phase, but there were some disputes starting from the sixteenth century. It is noteworthy that Sūfī Muhammad Dānishmand, one of Ahmed Yasavī's caliphs, refers to Sheikh Kubrā many times and quotes his words in his treatise called Mir'āt al-ḳulūb. Again, in Hazīnī's mentioned books, some sheikhs such as Majd al-Dīn al-Baghdādī (d. 616/1219), Sayf al-Dīn Bākharzī (d. 659/1260), Sa‘d al-Dīn Hammūyah (d. 649/1251) and Bābā Kamāl Jandī (d. 672/1273), who played a major role in the spread of the Kubraviyya order, are considered among the caliphs of Ahmad Yasavī. In addition, it is recorded in some other sūfī biographies that a famous Kubravī sheikh like Radī al-Dīn Alī Lālā (d. 642/1244) received sect training under Ahmad Yasavī before meeting Najm al-Dīn al-Kubrā. In addition, the information that the Kubravīs also perform a type of “dhikr-i arra”, like the Yesevī members, are the most important examples of mutual interaction. The disputes that Hazīnī's sheikh, Sayyid Mansūr (d. 965/1557-1558), had with some Kubravī sheikhs such as Mavlānā Muhammad Zāhid (d. 979/1571) and Kamāl al-Dīn Husayn Khārazmī (d. 958/1551) are unpleasant examples in the following centuries.
Bu makalenin amacı ortaya çıkışlarından 10./16. yüzyılın sonlarına kadar Orta Asya’da Yeseviyye ile Kübreviyye tarikatları arasındaki ilişkilerin tarihî seyrini incelemektir. Bu amaç gerçekleştirilirken iki tarikat arasındaki fikir, uygulama ve kişiler arası münasebetler esas alınmıştır. Tasavvuf tarihinde Yeseviyye, Kübreviyye ve Hâcegân ya da devamı niteliğindeki Nakşibendiyye olmak üzere Orta Asya’da etkin olan üç büyük tarikattan söz edilmektedir. Yeseviyye silsilesi, Pîr-i Türkistân Ahmed Yesevî (ö. 562/1166); Kübreviyye tarikatı, Necmeddîn Kübrâ (ö. 618/1221); diğeri ise Abdülhâlık Gucdüvânî (ö. 616/1219) öncülüğünde başlayıp Bahâeddîn Nakşbend (ö. 791/1389) ile devam etmiştir. 10./16. asra gelindiğinde Nakşibendiyye, idarecilerin de desteğini alarak bölgedeki diğer tarikatları adeta kendi içinde eritmiş ve Orta Asya’nın en hâkim tarikatı haline gelmiştir. Bu yüzden makalemizde belirli bir zaman dilimi gözetilmiştir. Böyle bir çalışmanın ardında esasen iki ana etmen bulunmaktadır. Bunlardan ilki, yukarıda sözü edilen tarikatların, Türklerin ve bölgenin diğer halklarının gerek İslâmiyet’i kabulünde gerekse toplumsal hayatlarında mühim rollerinin olmasıdır. Yine bu yollara mensup kişilerin tasavvufî düşünceye ve uygulamalara katkıları da azımsanmayacak ölçüde değerlidir. Onların idarecilerle kurdukları ilişkilerin de müspet veya menfi tesirleri asla göz ardı edilmemelidir. Bütün bunların yanı sıra söz konusu tarikatların kendi aralarındaki münasebetler de tasavvuf tarihinin bir parçasıdır. Dolayısıyla yakın coğrafyalarda ortaya çıkmaları ve yayılmaları hasebiyle zikredilen tarikatların birbirleriyle olan iyi ya da kötü ilişkileri sosyal ve siyasi tarih kadar tasavvuf tarihi bakımından da çok ehemmiyet arz etmektedir. Günümüzde Yeseviyye ve Kübreviyye’nin temel şahsiyetleri ve eserleri ile alakalı akademik yayınlarda dikkat çekici bir artış gözlemlense de söz konusu tarikatların birbirleriyle olan irtibatları müstakil bir makale veya kitap olarak bugüne kadar neredeyse hiç ele alınmamıştır. Son zamanlarda özellikle Harezm veya Çağatay Türkçesiyle yazılmış Yesevî kültürünün temel kaynaklarının gün yüzüne çıkarılması ve dilimize aktarılması bizi böyle bir çalışmaya iten temel etkenlerden bir diğeridir. Çünkü bu eserler bizim bu tarikatlar arasındaki münasebetler hakkında daha sağlıklı değerlendirmeler yapmamızı mümkün kılmaktadır. Yukarıda bahsedilen hususların gerçekleşmesi için makalede genel tarihî ve tasavvufî kaynakların yanı sıra özellikle Yesevî ve Kübrevî literatüründe yer alan rivayetlere odaklanılmış ve bunların metin tahlili ve tarih usulü bakımından yorumlanmasına çalışılmıştır. Araştırmamızda daha çok atıfta bulunduğumuz Sûfî Muhammed Dânişmend Zernûkî (ö. ?)’nin Mir’âtü’l-ḳulûb’u ile Ahmed Hazînî (ö. 1002/1593-4’ten sonra)’nin Cevâhiru’l-ebrâr min emvâc-ı biḥâr ve Menba‘u’l-ebḥâr fî riyâḍi’l-ebrâr adlı eserleri iki tarikat arasındaki ilişkileri anlamak açısından en temel kaynaklar arasındadır. Sonuç olarak iki tarikat arasındaki ilişkilerin kuruluş aşamasında oldukça iyi bir seviyede geliştiği fakat 10./16. yüzyıldan itibaren bazı tartışmaların yaşandığı görülmüştür. Özellikle Yesevî şeyhlerinden Sûfî Muhammed’in Mir’âtü’l-ḳulûb ismindeki risalesinde pek çok defa Şeyh Kübrâ’ya atıfta bulunması ve onun sözlerinden alıntılar yapması dikkatleri çekmektedir. Yine Hazînî’nin mevzubahis kitaplarında Kübreviyye tarikatının intişarında büyük rol oynayan Mecdüddîn Bağdâdî (ö. 616/1219), Seyfeddîn Bâharzî (ö. 659/1260), Sa’deddîn Hammûye (ö. 649/1251) ve Baba Kemâl Cendî (ö. 672/1273) gibi bir kısım meşâyihin Ahmed Yesevî’nin halifeleri arasında sayılmaları söz konusudur. Ayrıca diğer bazı sûfî biyografilerinde Radıyyüddîn Ali Lâlâ (ö. 642/1244) gibi meşhur bir Kübrevî şeyhinin, Necmeddîn Kübrâ ile tanışmadan evvel Ahmed Yesevî’nin yanında tarikat terbiyesi gördüğü kayıtlıdır. Bunların yanı sıra Kübrevîlerin de Yesevî mensupları gibi “zikr-i erre”nin bir türünü icra ettiklerine dair bilgi karşılıklı iyi etkileşimin en mühim örnekleridir. Hazînî’nin şeyhi Seyyid Mansur (ö. 965/1557-1558)’un Mevlânâ Muhammed Zâhid (ö. 979/1571) ve Kemâleddîn Hüseyin Harezmî (ö. 958/1551) gibi bazı Kübrevî şeyhleriyle yaşadığı tartışmalar ise ilerleyen asırlardaki hoş olmayan örneklerdir.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Subjects | Sufism |
Journal Section | RESEARCH ARTICLES |
Authors | |
Early Pub Date | June 12, 2024 |
Publication Date | June 15, 2024 |
Submission Date | January 1, 2024 |
Acceptance Date | February 11, 2024 |
Published in Issue | Year 2024 |
Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Creative Commons Atıf-GayriTicari 4.0 Uluslararası Lisansı (CC BY NC) ile lisanslanmıştır.