Kapitalist sistemin çok ciddi iç çelişkilere sahip olmasına rağmen nasıl ayakta kaldığını analiz ettiği çalışması Hapishane Defterleri ile ulusal bir hegemonya anlayışı ortaya koyan Gramsci’nin fikirleri Neo-Gramşiyan düşünürler tarafından uluslararası sisteme de uyarlanarak, küresel hegemonyanın temellerinin ortaya konulması için de kullanılmıştır. Hegemonyanın 16. yüzyılda dünyanın ilk kapitalist devleti olarak görülen Birleşik Eyaletler ile başladığı kabul edilmektedir. Zaman içerisinde ise 19. yüzyılda Birleşik Krallık’a ardından da İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD’ye geçtiği iddia edilmektedir. Ancak Soğuk Savaş’ın ardından iki kutuplu dünya düzeninin sona ermesinin yol açtığı kriz ortamının tetiklediği ekonomik gerileyişin, 2008 küresel mali kriziyle zirveye çıkması, Amerika’nın hegemonyasının daha yüksek sesle sorgulanmasına neden olmuştur. Bunda 1976’da Mao’nun vefatının ardından uygulamaya konulan piyasa temelli reformların sağladığı yüksek büyüme hızının 2000’li yılların başından itibaren Çin’i önemli bir ekonomik güç haline getirerek, ABD’ye rakip olarak ortaya çıkarmasının da önemli bir rolü vardır. Bu durum Amerika’nın gerileyişiyle de birleşince Çin’in dünyanın yeni hegemon gücü olduğu yönünde söylemlerin gündeme gelmesine neden olmuştur. Ancak Neo-Gramşiyan perspektiften değerlendirildiğinde bir devletin küresel manada hegemon olabilmesi için yönlendirici bir ekonomik sisteminin, bu sisteme uygun sosyo-kültürel ve politik üstyapısının ve bu değerleri tüm dünyaya yaymak için kurguladığı bir uluslararası örgütler ağının bulunması gerekmektedir.
The thoughts of the Gramsci, presented a national hegemony understanding with his masterpiece The Prison Notebooks, analyzed how capitalist system survives despite its deadly serious inner contradictions, was adapted to international system by Neo-Gramscian scholars and this new interpretation used to determine fundamentals of the global hegemony, as well. The contemporary world hegemony, accepted to begun in the 16th century with the United Provinces (Holland), and it is alleged that passed to the United Kingdom in the 19th century and then to the United States following to the Second World War. However, the economic recession, triggered by the crisis caused by the end of the bipolar world order following the end of the Cold War, peaked with the 2008 global financial crisis. For this reason, American hegemony began to be questioned with a higher voice. In that case, the high growth rate provided by market-based reforms after Mao’s death in 1976 has played an important role in bringing China into the forefront of the US as a major economic power since the early 2000s. Above mentioned situation, coupled with America’s decline, has led to the emergence of rumors that China is the new hegemonic power of the world. However, when analyzed from the Neo-Gramscian perspective, a state, who could become a hegemon in the global level, should have a leading economic system, a socio-cultural and political superstructure suitable for this substructure, and a network of international organizations, that are fostering these values all over the world.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Journal Section | Articles |
Authors | |
Publication Date | March 31, 2019 |
Submission Date | June 21, 2018 |
Published in Issue | Year 2019 Volume: 28 Issue: 1 |