1920'de Alman İmparatorluk Yüksek Mahkemesi (Reichsgericht), "Haakjöringsköd" olarak bilinen ve irade beyanlarının yorumlanması alanında kilit bir içtihada dönüşecek bir dava hakkında karar verdi. Öyle ki, 100 yıl sonra bile, bu dava, yanlış niteleme zarar vermez (falsa demonstratio non nocet) ilkesini açıklığa kavuşturmak için Alman Medeni Kanunu’nun (BGB'nin) genel kısmına ilişkin (1. Kitap) sayısız ders kitabında ele alınmıştır. Bu ilkeye göre, tarafların başka bir şeyi istedikleri konusunda hemfikir olması durumunda nesnel olarak beyan edilen şey belirleyici değildir; bu kural “yanlış niteleme zarar vermez” cümlesi ile özetlenebilir. Bu cümle ilk bakışta apaçık görünebilir. Bununla birlikte Haakjöringsköd davasının somut etkileri ancak bu davanın tarihsel geçmişi göz önünde bulundurulduğunda anlaşılabilir. Benzer şekilde, falsa demonstratio non nocet ilkesi, ancak hukuki işlem doktrini ve özellikle yorumlama temel ilkeleri kapsamında ele alındığında anlaşılabilir. Son olarak, Alman mahkemelerinin falsa demonstratio ilkesini uygulayıp uygulamadığını ve hangi davalarda uyguladığını belirlemek için içtihat uygulamasına bir göz atmak bu konu bakımından faydalı olacaktır.
falsa demonstratio non nocet yanlış niteleme Haakjöringsköd Alman İmparatorluk Mahkemesi irade beyanlarının yorumlanması
Im Jahr 1920 hatte das Reichsgericht einen Fall zu entscheiden, der unter dem Namen „Haakjöringsköd“ bekannt werden und sich zu einer Leitentscheidung im Bereich der Auslegung von Willenserklärungen entwickeln sollte. Selbst 100 Jahre später wird dieser Fall in zahlreichen Lehrbüchern zum Allgemeinen Teil des BGB behandelt, um den Grundsatz der falsa demonstratio non nocet zu verdeutlichen. Nach diesem Grundsatz ist das objektiv Erklärte dann nicht ausschlaggebend, wenn die Parteien übereinstimmend etwas anderes wollten; eine Regel, die mit dem Satz „die falsche Bezeichnung schadet nicht“ zusammengefasst wird. Dieser Satz scheint auf den ersten Blick einleuchtend. Dennoch ist der Haakjöringsköd-Fall in seinen konkreten Auswirkungen nur dann zu verstehen, wenn man seinen historischen Hintergrund in den Blick nimmt (dazu I.). Ebenso wird der in diesem Fall angewandte Grundsatz der falsa demonstratio non nocet nur dann begreiflich, wenn man ihn im System der Rechtsgeschäftslehre und insbesondere der Auslegungsgrundsätze verortet (dazu II. und III.). Lohnend ist schließlich ein Blick in die Rechtsprechungspraxis, um festzustellen, ob und in welchen Fällen deutsche Gerichte den falsa demonstratio Grundsatz zur Anwendung bringen (dazu IV.).
In the year 1920, the Supreme Court of the German Reich (Reichsgericht) had to decide on a case which was going to be famous under the name “Haakjöringsköd”. This case developed into one of the leading cases regarding declarations of intent and their interpretation. Even 100 years after, the case is still mentioned in many legal textbooks on the General Part (i.e. Book 1) of the German Civil Code (BGB) in order to demonstrate a rule called falsa demonstratio non nocet. According to that rule, what parties stated is void if their intentions are identical to each other yet different than their declarations; a sentence which is often summed up with the phrase “a false description does not vitiate”. At first glance, this rule seems obvious. Nevertheless, the specific impacts of the Haakjöringsköd case can only be understood if its historical background is taken into consideration. Accordingly, the rule falsa demonstratio non nocet can only be comprehended if it is located within the theory of legal transactions and particularly within the theory of interpretation of declarations of intent. It is also important to scrutinize the legal practice in order to determine in which cases German courts apply the falsa demonstratio non nocet rule.
falsa demonstratio non nocet false description Haakjöringsköd Reichsgericht interpretation of declarations of intent
Primary Language | German |
---|---|
Subjects | Law in Context |
Journal Section | Research Articles |
Authors | |
Publication Date | December 31, 2020 |
Published in Issue | Year 2020 Volume: 2 Issue: 2 |