This paper attempts to analyze the concept of dependency on location relationships by M.
Heidegger, who is the most influential thinker of 20th century philosophy in general, and
contemporary German philosophy specifically. This concept naturally not only has a philosophical
content but also a spatial, vital, sociological and psychological content. Being tied to
places first of all requires being a resident in a certain place. And being a resident is to “dwell”
or to “live” in a particular geography of the world. To dwell in means to find rest in a place
and to have rest in an another meaning is to have peace and comfort. In short, to be tied to
roots and hold onto them refers to sitting, taking root, to secure one’s position and in another
saying to find peace; meanwhile the opposite of all these refers to having no fixed place, to be
rootless, to be cut off from roots and to be baseless. The natural outcome of becoming rootless
is to ‘change place’, that is to say to migrate. Holding onto roots and migrating are two terms
that excludes one another constantly. Sustaining the relationship with the roots and the relationship
with the underground is the primary condition for a tree to produce fruit. A tree that
loses its connection with the roots cannot maintain its existence. When applying this relationship
to human, it is possible to talk about a “withering away”, “decaying” or “not adopting
to present place”; even if we cannot talk about an absolute death in the sense we know. The
sine qua non for a person to be successful and happy is to be attached to his roots. Here, the
attachment to roots should not be understood as a spatial relationship. Being tied to roots also
means being bound to a culture, a system of values, a language and a tradition. At this point,
the psychology of the immigrants whose relationship with their motherland and people are
cut off is the matter of discussion. A person who immigrates is a man whose values that make
him who he is are shattered and who does not know exactly how to nourish these values in
the new land or country he wants to take roots. In this context, to migrate is a rootless person’s
search for roots, which is the hardest task a person could fulfill in life, rather than simply the
spatial sense to travel from one place to another. This paper attempts to scrutinize the idea of
migration in philosophical, psychological and sociological aspect with Heidegger’s notion of
‘Dependency on Roots’.
Makalede genelde 20. yüzyıl felsefesinin özelde ise Çağdaş Alman felsefesinin en önemli düşünürü
olan M.Heidegger’,in “Köklere Bağlılık” kavramı analiz edilmeye çalışılacaktır. Bu
kavram doğal olarak sadece felsefi bir içeriğe sahip olmayıp; aynı zamanda mekânsal, yaşamsal,
sosyolojik ve psikolojik bir muhtevaya da sahiptir. Köklere bağlı olmak her şeyden önce
belirli bir yerde mukim olmayı gerektirir. Mukim olmak ise dünyanın belirli bir coğrafyasında
“oturmak” ya da “iskân ermek” demektir. “İskân etmek” Arapça anlamıyla bir yerde “sukün
bulmak” , “sükûna ermek” uzak anlamıyla ise “rahat ve huzura” ermek demektir. Kısaca Köke
bağlı olmak ve bağlı kalmak, oturmak, kök salmak, yerini sağlamlaştırmak ve böylece sükûna
ermek demek iken bütün bunların tersi ise yersiz yurtsuz olmak, kökünden kesilmek, köksüzleşmek
demektir. Köksüzleşmenin doğal bir sonucu ise zorunlu olarak “yer değiştirmek”
yani göç etmek demektir. Köklere bağlı olmak ya da bağlı kalmak ile göç etmek bu bağlamda
sürekli olarak birbirlerini dışlayan iki kavramdır. Bir ağacın meyve vermesinin temel şartı
ağacın kökle yani görünmeyen toprak altıyla ilişkisini devam ettirmesidir. Kökünden çıkan
bir ağaç maalesef varlığını devam ettiremez. Bu ilişkiyi insan uyguladığımızda tam bir ölümden
bahsedemezsek bile bir “solma”, “sararma”, “çürüme” veya “ yerini beğenmemeden” bahsetmek
pekala mümkündür. Başarılı ve mutlu bir insanın mutlaka yerine getirmesi gereken
ilk şart onun köküne bağlı olmasıdır. Burada köke bağlılık sadece mekânsal bir özellik olarak
anlaşılmamalıdır. Köke bağlı olmak aynı zamanda bir kültüre, bir değerler sistemine, bir dile
ve bir geleneğe bağlı olmak demektir. Tam da bu noktada köküyle ilişkisi kesilip vatanından
ya da yurdundan uzaklaşıp yurtsuz kalan göçmenlerin yaşadıkları halet-i ruhiye söz konusu
olmaktadır. Göç eden bir insan kendisini kendisi yapan bütün unsurları sarsılmış olan, bu
değerler sistemini kök salmak istediği yeni bir vatan ya da yurtta nasıl filizlendireceğini veya
bunu başarıp başaramayacağını tam olarak bilmeyen insandır. Bu bağlamda “göç etmek” basit
bir biçimde mekânsal anlamda bir yerden başka bir yere intikal etmekten daha ziyade “köklerden
koparılmış” birisinin yeni bir “kök” arama girişimidir ki bu belki de dünyada insanın
başarabileceği en zor bir iş olarak karşımıza çıkmaktadır”. Bu bildiri de “göç” olgusu Heidegger’in
“Köklere Bağlılık” kavramından hareketle felsefi, psikolojik ve toplumsal anlamda
irdelenmeye çalışılacaktır.
Journal Section | Articles |
---|---|
Authors | |
Publication Date | January 18, 2018 |
Submission Date | December 15, 2017 |
Published in Issue | Year 2018 Issue: 8 |