The human species’ first perception of death develops in the brain as “autobiographical memory”. While this situation radically separates humans from other species, on the other hand, it imposes an extinction concern that does not exist before. Therefore, it has put people, who are equipped with the instinct of “survival”, into a dilemma between life and death. As coping with this dilemma forced people to look for different solutions, the seeds of our civilizations were planted. The sense of mortality was not something to be dealt with easily. Since we naturally cannot escape from mortality, we created the myth of “immortality”, as the first unnatural reality. The adventure of seeking immortality enriched our myths and epics on the one hand, and indirectly opened the doors of civilization on the other.
Although rational thoughts such as the possible inability of science to produce fast and clear information lie at the root of the anxiety created by the global epidemic, it is understood that the causes for the anxiety lie deeper. Even though for the “rational person”, a product of our age, assertions like that our biological existence is not keeping up with the speed of culture seems valid, this may not be true for the traditional/non-rational person. It seems that what really disturbs people during an epidemic is the anxiety of facing alone the possibility of individual extinction and death, away from the communality, that is, the safe and peaceful environment of the collective mind (we can also call it folklore and religion).
İnsan türünün ölümü ilk algılayışı, beyninde gelişen “otobiyografik bellek” denen zihinsel gelişim sayesinde olmuştur. Bu durum bir yandan insanı diğer türlerden radikal biçimde ayırırken diğer yandan insana daha önce var olmayan bir yok olma kaygısı yüklemiştir. Dolayısıyla “hayatta kalma” içgüdüsüyle donatılan insanı yaşam ile ölüm arasındaki ikileme sokmuştur. Bu ikilemle başa çıkmak, insanı farklı çözümler aramaya zorladıkça uygarlıklarımızın tohumları da bir taraftan atılmaya başlanmıştır. Ölümlülük duygusu, kolayca üstesinden gelinecek türden değildi. Ölümlülükten kurtulmamız mümkün olmadığı için doğada var olmayan ve sadece zihnimizin tasarladığı bir gerçekliği yani “ölümsüzlük” mitini yarattık. Diğer bir deyişle ilk “doğadışı gerçekliğimiz” ölümsüz olabileceğimize olan inancımız olmuştur. Ölümsüzlük arayışı serüveni, bir taraftan mit ve destanlarımızı zenginleştirirken diğer taraftan dolaylı olarak uygarlığın kapılarını açmıştır.
Her ne kadar küresel salgının yarattığı kaygının kökeninde bilimin hızlı ve net bilgi üretememesi gibi rasyonel düşünceler seslendirilse de kaygının nedenlerinin daha derinlerde olduğu anlaşılmaktadır. Çağımızın ürünü olan “rasyonel insan” için kültürün hızına biyolojik varlığımızın yetişmemesi gibi tespitler, geçerli sebepler teşkil etse de bu durum, folklorik insanı pek fazla etkileyemeyebilir. Görünen o ki salgın sürecinde esasen insanı huzursuz eden şey, toplumsallıktan yani kolektif aklın (buna folklor ve din de diyebiliriz) güvenli ve huzurlu ortamından uzakta bireysel yok oluşla ve ölümle bir başına kalma kaygısıdır.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Journal Section | Makaleler |
Authors | |
Publication Date | June 15, 2022 |
Submission Date | November 4, 2021 |
Published in Issue | Year 2022 Issue: 36 |