Şia mezhebinin ortaya çıkışını sağlayan faktörler göz önünde bulundurulduğunda siyasi meşruiyet noktasında öncelikle akla imamet teorisi gelmektedir. Nitekim Şia’yı diğer itikâdî İslam mezheplerden ayıran en temel faktör kuşkusuz imamet meselesi olmuştur. İmametin gerek vuku bulan hadiselerden siyasi pay devşirmek gerekse karizmatik liderci anlayışın bir tezahürü olarak mutlak manada gerekliliği imamet anlayışını inanç sisteminin en temel dinamiği yapmaktadır.
Şii düşüncenin teşekkülünden itibaren imamet telakkisine sahip çıkıp itikâdî bir anlayış ortaya koyan Şia, bu anlayışından hiçbir zaman ödün vermemiş ve imamet telakkisi üzerine birçok olgu inşa etmiştir. Bu inşa süreci Sıffin’den Kerbela’ya, Emevi Saltanatı’ndan, Abbasi Hareketi’ne kadar yaşanan hadiselerin Şii düşüncenin dinamik bir yapıya kavuşmasını ve nihayet müesseseleşip kendi iktidar yapısına ulaşmasının önünü açmıştır. Şia’ya göre imamete inanmak, iman etmenin kesinlikle bir gereği olduğu gibi kişinin de ancak diğer inanç esaslarıyla birlikte imameti de kabul edip iman ederse gerçek manada bir Şii/Müslüman olacağı kabul edilmektedir. Şia, imamet telakkisini ortaya koyarken yalnızca imamın varlığına inanmayı öngörmemiştir. Bunun dışında imamın peygamberler gibi hata ve günahlardan da masum olduğunu iddia ederken bu manada imamlara da bir nevi nübüvvetin devam ettiricisi manasını yüklemiştir. Şia’ya göre imamlar, peygamberlerin varisleridir ve peygamberlerden sonra şeriatı korumakla görevli, olmazsa olmaz, kutsal nitelikli şahsiyetlerdir. İmamlar hakkındaki görüşlerini ifade ederken aklî çıkarımların yanı sıra Kur’an ve Sünnet’ten de birtakım deliller getirmişlerdir.
Şia’nın masumiyet anlayışı ilk olarak karşımıza hicri birinci asrın sonlarında Kûfe bölgesinde ortaya çıkmıştır. Siyasî anlamda zaten sıkıntılar çeken Ehl-i Beyt taraftarları, bir yandan da masumiyet, vasiyyet, rec’at, mehdilik ve gaybet gibi dinen net bir hükmün yani nassın olmadığı düşüncelerle de tanışmaya başlamış ve zamanla da kendi bünyesine almıştır. İlk zamanlarda bu düşüncelere karşı Ehl-i Beyt taraftarları önce sert sonrasında da mesafeli bir reaksiyon gösterse de yaşanılan süreç içerisinde imamlar, bu düşüncelere karşı kalkan olamamışlardır. Hz. Peygamber’in Arap toplumuna kattığı en önemli şeylerden birisi olan yönetim ve devlet anlayışının O’nun vefatı sonrasında toplumun lidersiz kalma ve nihayetinde bu hususta kimin lider olacağı konusunda ayrılığa düşmesine sebep olmuştur. Kabileci bir yapıda olan Arapların bir lider etrafında toplanması ve nizami bir yapıya kavuşması Hz. Peygamberin vefat etmesiyle birlikte sekteye uğramıştır. Hz. Osman’a kadar olan süreçte sevk ve idarenin devamlılığı söz konusu olsa da Hz. Osman döneminde bu durum tersine dönmüş ve nihayetinde İslam toplumu bölünmeye başlamıştır. Hz. Ali döneminde daha da belirginleşen ayrışmalar, siyasi ve sosyal anlamda önce Emevilerin (özellikle Arap-Mevali ayrımı) olumsuz yaklaşım ve uygulamaları İslam toplumunda rahatsızlık oluşturmuş ve nitekim muhalif bir kanadın oluşmasına zemin hazırlamıştır. Emevilerin hilafeti saltanata dönüştürme süreçlerinde yaşanan bu hadislerin ve nitekim toplumdaki huzursuzluğun açığa çıkması isyan hareketlerine sebebiyet vermiş ve nihayet Abbasi Hareketi ile de Emevi Saltanatı son bulmuştur. Bu süre zarfında muhalif kanat olarak yekpare bir hareket oluşmuş olsa da bu hareketin dinamizmini Ehl-i Beyt taraftarları oluşturmuştur. Bu minvalde Abbasi Hareketinin Şia’nın müesseseleşme sürecinin önemli bir sac ayağı olduğu aşikârdır. Abbasi Hareketinin Hilafete akabinde ise saltanata dönüşmesiyle birlikte Ehl-i Beyte karşı tutunduğu tavır da değişmiş ve hâkimiyet noktasında kendilerine karşı bir rakip olarak görmeye başlamışlardır. Bir süre sonra siyasî üstünlük kazanan Şia, başta Hişâm b. El-Hakem gibi kelamcıları sebebiyle bahsettiğimiz bu inançları resmen kendi bünyesine katmıştır. Masumiyet telakkisinin arka planını oluşturan en temel faktör her ne kadar siyasî olarak görülse de Şia’nın eski din ve kültürlerle olan bağlantısı da hemen göz ardı edilmemesi gereken bir durumdur. Şia’ya mensup olan ana kitlelerin çoğunluğu, Arap olmayan yahut iktidarı desteklemeyen topluluklar olarak ele alındığında sosyo-kültürel yapının çeşitliliği gerek düşünce gerekse inanç açısından İslamla harmanlanan yeni bir oluşumun vuku bulmasını kaçınılmaz kılmıştır.
Undoubtedly, considering the factors that led to the emergence of the Shia sect, the imamate theory first comes to mind at the point of political legitimacy. As a matter of fact, the most basic factor that distinguishes Shia from other itikadi Islamic sects has undoubtedly been the issue of imamate. The absolute necessity of the imamate, both as a political share of the events that have taken place and as a manifestation of the charismatic leadership approach, makes the understanding of the imamate the most basic dynamic of the belief system. Shia, who has owned imamet telakki from an early age and has put forward an understanding of itikadi, has never compromised this understanding and has built many facts on imamet telakki. This construction process paved the way for the events from Siffin to Karbala, Umayyad Reign to the Abbasid Movement to achieve a dynamic structure of Shiite thought and finally become an institution and reach its own power structure. According to Shia, it is accepted that believing in the imamate is absolutely a necessity to believe, and that a person will become a Shia/Muslim in the true sense only if they accept and believe in the imamate along with other principles of faith. The Shia did not envisage believing only in the existence of the imam when establishing the imamate's theory. In addition, he claimed that the imam was innocent of mistakes and sins, just like the prophets, and in this sense, he loaded the imams with the meaning of a kind of continuer of nubuvvah. According to Shia, imams are the heirs of the prophets and are the holy qualified personalities who are tasked with protecting Sharia after the prophets. While expressing their opinions about Imams, they also brought some evidence from the Qur'an and Sunnah as well as mental inferences.
The concept of Shia innocence first appeared in the Kufa region at the end of the first century of the Hijra. Ahl al-Bayt supporters, who are already suffering from political difficulties, have also started to get acquainted with thoughts that there is no clear religious provision, namely nassin, such as innocence, testament, rec'at, mahdi and gaybet, and over time they have taken it into their own. Although the Ahl al-Bayt supporters reacted harshly to these thoughts at first and then distantly, the imams could not be a shield against these thoughts during the process. One of the most important things that the Prophet Muhammad added to the Arab society, his understanding of governance and the state, caused the society to remain leaderless after His death and ultimately to be divided about who will be the leader in this regard. After the death of the Prophet Muhammad, the Arabs, who were in a tribal structure, gathered around a leader and achieved a regular structure, were interrupted. Although there is a continuity of referral and administration in the process up to the Caliph Uthman, this situation was reversed during the Uthman period and eventually the Islamic society began to divide. The divisions that became more obvious during the reign of Caliph Ali, the negative approaches and practices of the Umayyads (especially the Arab-Mawali distinction) in the political and social sense first created discomfort in Islamic society and, as a matter of fact, laid the groundwork for the formation of an opposing wing. The revelation of these hadiths and the unrest in society that occurred during the processes of the Umayyads converting the caliphate to the sultanate caused the rebellion movements and finally the Umayyad Reign ended with the Abbasid Movement. Although a monolithic movement was formed as an opposition wing during this time, the Ahl al-Bayt supporters formed the dynamism of this movement. In this context, it is obvious that the Abbasid Movement is an important pillar of the establishment process of the Shia. With the transformation of the Abbasid Movement into the Caliphate and then into the sultanate, the attitude towards the Ahl al-Bey also changed and they began to see it as a rival against them at the point of domination. After a while, Shia gained political superiority, especially Hisham B. He has officially incorporated these beliefs that we are talking about because of his words such as al-Hakem into his structure. Although the most basic factor that forms the background of the decency theory is considered to be political, the connection of Shia with ancient religions and cultures should not be ignored immediately. Considering that the majority of the main masses belonging to the Shia are not Arabs or do not support the government, the inevitability of the emergence of a new formation blending the diversity of the socio-cultural structure with Islam, both in terms of thought and belief, is obvious.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Journal Section | Articles |
Authors | |
Publication Date | December 31, 2021 |
Submission Date | October 14, 2021 |
Published in Issue | Year 2021 Volume: 5 Issue: 4 |
Our journal licensed under a Creative Commons Attribution-NonCommercial 4.0 International License