Abstract
Bu makalede, Ârif Çelebi’nin (ö. 1320)
seyahatleri ekseninde önce onun Batı
Anadolu beylikleriyle (Menteşeoğulları, Germiyanoğulları, Karamanoğulları vb.)
kurduğu münasebetler masaya yatırılacak, daha sonra da bazı Anadolu
şehirlerinde (Karaman, Akşehir, Denizli vb.) mevlevihanelerin kurulmasıyla
alakalı değerlendirmeler yapılacaktır. Bu kapsamda Ârif Çelebi dönemi Mevlevî
halifelerine de değinilecektir.
Ârif Çelebi, devlet yöneticileri ile
geliştirdiği yakın ilişkiler sayesinde Mevlânâ Türbesi’ne vakıflar sağlayan,
bazı şehirlere halifeler gönderip mevlevihaneler
açtıran, bir yandan da usul ve esaslarını belirlemek suretiyle Mevlevîliğin
tarikat hüviyeti kazanmasını sağlayan Sultan Veled’in (ö. 1312) oğlu ve
halefidir. Babasının izinden giderek Mevlevîliğin
geniş kitlelere ulaşmasında önemli roller üstlenen Ârif Çelebi, ömrünün
mühim bir kısmını tarikatını yaymak amacıyla babası henüz hayatta iken
başladığı seyahatlerle geçirmiş; bu vesileyle yoğun bir ilişkiler ağı
geliştirmiştir. Bu ilişkilerin hem tasavvufi hem de
siyasi yönü vardır. Zira Mevlevîler, özellikle Sultan Veled ve Ârif Çelebi
döneminde, açıkça Moğol yanlısı bir politika izlemişler, manevi nüfuzları
sayesinde İlhanlıların Anadolu’daki meşruiyetlerini sağlamalarına ve
sürdürmelerine ortam hazırlamışlardır. Ârif Çelebi, bu kapsamda özellikle yeni
kurulmakta olan Batı Anadolu beyliklerinin başkentlerini dolaşmış, buralardaki
mahalli emirlerle olumlu ilişkiler geliştirmiş, onları İlhanlılara itaate davet
etmiş; diğer taraftan da halifeler görevlendirmek ve mevlevihaneler açtırmak
suretiyle öğretilerini yaymaya çalışmıştır. Bu çerçevede Ârif Çelebi’nin İlhanlı
yöneticileriyle kurduğu ilişkilerle, Batı Anadolu beyleriyle kurduğu ilişkiler
arasında ortak bir nokta olduğunu görüyoruz. Ârif Çelebi’nin seyahatlerinin pek çoğunda onun maiyetinde bulunan Şemseddin Ahmed Eflâkî’nin (ö. 1360)
Menâkıbü’l-Ârifîn’i üzerinde yaptığımız analizler neticesinde, Mevlevîlerin,
XIII-XIV. yüzyıllar Anadolusu’nun içinde bulunduğu siyasal ve sosyal
gelişmelerle daha da artan manevi nüfuzlarını politik bir misyonda oldukça
etkin bir biçimde kullandıkları sonucuna ulaşıyoruz.