This article aims to examine why Jerusalem, which has maintained its importance as a religious, cultural and political center throughout history, has become a global issue today, from a historical perspective and in the context of peace experiences. Since ancient times, this city, which is considered sacred by the three major Abrahamic religions Judaism, Christianity and Islam, has changed hands many times throughout history and has always been at the center of religious, political, and sociocultural dynamics. Within this context, particular attention is given to the peace document known as the “Jerusalem covenant (amannama/the Assurance of Safety)”, declared by Caliph Umar following his conquest of Jerusalem in 638. This document is regarded as a significant source that deserves close examination, both historically and in terms of its relevance today. The central question of the study is how Caliph Umar’s Jerusalem covenant, which adopted an approach aimed at protecting a multi-religious and multicultural structure, might contribute to global peace in today’s complex conflict environment. Jerusalem is not merely a geopolitical zone; it is also a multidimensional space situated at the intersection of religious affiliations, identity struggles, and international politics. Therefore, the governance approaches and peace practices developed here are not only historical examples but also hold potential as models that can shed light on current issues. In this research, al-Tabarī's 11-volume work titled Tārīhu al-Tabarī (Tārīhu al-Rusul wa'l-mulūk) was analysed by using the literature review method. In addition, other sources of hadith and history have been utilized to contribute to our research. Within this framework, the article adopts a qualitative research approach, using historical document analysis and literature review techniques. The Jerusalem covenant of Caliph Umar has been analyzed within the socio-political context of the period and his conception of conquest. The document has also been comparatively analyzed alongside modern human rights norms, principles of multiculturalism, and contemporary international legal instruments. Furthermore, Jerusalem’s current political situation, religious tensions in the city, the approaches of international actors toward Jerusalem, and processes of urban transformation have also been considered within the scope of this analysis. The analysis concludes that Caliph Umar’s Jerusalem covenant demonstrated a remarkably advanced vision of tolerance and peace for its time. The assurance guaranteed fundamental rights to Christian and Jewish communities living in the city, such as freedom of worship, personal and property security, and the right to own property. It explicitly prohibited forced conversions or restrictions on religious practices. In this regard, the document is not merely a conquest agreement but stands as a written peace charter institutionalizing the principle of coexistence in a multicultural society. One of the key conclusions of the article is that Jerusalem today is not solely a territorial or sovereignty conflict; it is also a multilayered global issue involving moral, religious, and cultural responsibilities. Caliph Umar’s approach reveals a peace-oriented and inclusive governance model that goes beyond military victory and is rooted in justice. This approach is evaluated as a model of governance and peace that could serve as an example for contemporary international communities. Thus, the Jerusalem covenant emerges as an important historical reference point in modern peace studies, particularly in terms of governing multi-religious societies and promoting religious tolerance.
Bu makale, tarih boyunca dinî, kültürel ve politik bir merkez olarak önemini koruyan Kudüs’ün, günümüzde neden küresel bir mesele haline geldiğini tarihsel perspektifle ve barış tecrübeleri ekseninde ele almayı amaçlamaktadır. Kadim dönemlerden bu yana Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam gibi üç büyük semavî dinin kutsal kabul ettiği bu şehir, tarih boyunca defalarca el değiştirmiş ve her seferinde dini, siyasi ve sosyokültürel dengelerin merkezinde yer almıştır. Bu çerçevede, özellikle Hz. Ömer’in 638 yılında Kudüs’ü fethetmesinin ardından ilan ettiği ve "Kudüs Emannamesi" olarak bilinen barış belgesi hem tarihi hem de günümüz açısından dikkatle incelenmesi gereken önemli bir kaynak niteliği taşımaktadır. Çalışmanın temel problemi, Hz. Ömer’in Kudüs Emannamesi’nin çok dinli ve çok kültürlü bir yapıyı koruma altına alan yaklaşımının, günümüzün karmaşık çatışma ortamında küresel barışa nasıl bir katkı sunabileceği sorusudur. Kudüs, sadece jeopolitik bir alan değil; aynı zamanda dini aidiyetlerin, kimlik mücadelelerinin ve uluslararası politikaların kesişim noktasında yer alan çok boyutlu bir yapıdır. Bu nedenle burada geliştirilen yönetim anlayışları ve barış pratikleri, yalnızca tarihi birer örnek değil, aynı zamanda bugüne ışık tutabilecek potansiyel modeller olarak da değerlendirilmektedir. Bu araştırmada literatür taraması yöntemi kullanılarak Taberî’nin Târîhu’t-Taberî (Târîhu’r-Rusül ve’l-mülûk) adlı 11 ciltlik eseri incelenmiştir. Ayrıca araştırmamıza katkı sağlayacak diğer hadis ve tarih kaynaklarından da istifade edilmiştir. Bu bağlamda makale, nitel bir araştırma yöntemi benimseyerek tarihsel doküman analizi ve literatür taraması teknikleriyle hazırlanmıştır. Hz. Ömer’in Kudüs Emannamesi, dönemin sosyo-politik koşulları ve fetih anlayışı çerçevesinde incelenmiş; belge, modern insan hakları normları, çok kültürlülük ilkeleri ve çağdaş uluslararası hukuk belgeleriyle karşılaştırmalı olarak analiz edilmiştir. Aynı zamanda Kudüs’ün bugünkü politik durumu, şehirde yaşanan dini gerilimler, uluslararası aktörlerin Kudüs’e yönelik yaklaşımları ve kentsel dönüşüm süreçleri de bu analiz kapsamında değerlendirilmiştir. Analiz sonucunda, Hz. Ömer’in Kudüs Emannamesi'nin, dönemin şartları göz önüne alındığında oldukça ileri düzeyde bir hoşgörü ve barış vizyonu sunduğu görülmüştür. Emanname, şehirde yaşayan Hristiyan ve Yahudi topluluklara dini ibadet özgürlüğü, can ve mal güvenliği, mülk edinme hakkı gibi temel hakları garanti altına almış; zorla din değiştirme ya da ibadet kısıtlaması gibi uygulamaları açıkça yasaklamıştır. Bu yönüyle belge, sadece bir fetih anlaşması değil, aynı zamanda çok kültürlü bir toplumda barış içinde bir arada yaşama ilkesinin kurumsallaştığı yazılı bir barış metni olma özelliği taşımaktadır. Makalenin ulaştığı temel sonuçlardan biri, Kudüs’ün bugün yalnızca bir toprak meselesi veya egemenlik çatışması değil; aynı zamanda ahlaki, dini ve kültürel sorumluluk içeren çok katmanlı bir küresel mesele olduğudur. Hz. Ömer’in yaklaşımı, bir askeri zaferin ötesinde, yönetime dair kapsayıcı ve adalet temelli bir barış anlayışı geliştirdiğini göstermektedir. Bu anlayış, çağdaş uluslararası toplumlar için örnek teşkil edebilecek bir yönetim ve barış modeli olarak değerlendirilmektedir. Bu nedenle Kudüs Emannamesi, modern barış çalışmalarında, çok dinli toplumların yönetimi ve dini hoşgörü açısından önemli bir tarihsel referans noktası olarak öne çıkmaktadır.
Primary Language | English |
---|---|
Subjects | Tafsir |
Journal Section | Articles |
Authors | |
Publication Date | June 30, 2025 |
Submission Date | March 1, 2025 |
Acceptance Date | June 15, 2025 |
Published in Issue | Year 2025 Volume: 11 Issue: 1 |
Journal of Near East University Faculty of Theology is licensed under a Creative Commons Attribution-NonCommercial 4.0 International License (CC BY NC).