Bu makale, COVİD-19 pandemisi süresince dillendirilen bildiğimiz dünyanın hem ekonomik hem sosyal hem de politik açıdan sonunun geldiği, sistemik bir kriz içinde bulunduğumuz ya da eski ezberlerimizi bozacak ve bildik referansları unutturacak yepyeni bir dönemden geçtiğimiz söylemleri karşısında felsefenin görevi nedir sorusundan yola çıkıyor. Bu çerçevede, Covid-19 pandemisi boyunca bizzat politik yaşam egemenlik sorununun politik felsefenin en temel sorularından biri olduğunu bir kez daha açığa çıkarmıştır. Egemenlik sorununun aynı zamanda politik yaşamın ontolojik temellerini tartışmaya açan bir soru olduğu iddiasından hareket eden bu yazı, Schmittyen ve Foucaultcu iki egemenlik paradigmasını karşılaştırmalı bir tarzda ele almakta ve onları birbirini karşılıklı olarak dışlayan teoriler olarak görmek yerine tamamlayıcı perspektifler olarak analiz etmeyi önermektedir. Şayet felsefe bugünün eleştirisi olarak mevcut olandaki özgürleştirici imkânlara işaret etmekle yükümlü ise, o halde, yaratım kavramına dayanan bir “iktidar ontolojisi”nin politikayı sadece üretim/imalat kategorisi içinde düşünmek zorunda olmadığını, aynı zamanda devlet gücünü, kararı, egemenliği ve politik düzeni haklar, özgürlükler, adalet gibi kavramlarla birlikte tanımlama imkânı sunduğunu göstermelidir. Bu çerçevede, bu makale, Schmittyen otoritaryan liberal ve monistik egemenlik anlayışına karşı çoğulluğu temele alan demokratik bir egemenlik teorisinin bizzat politik yaşama özgü bir deneyim olarak felsefi düşüncenin kavramsal hafızası içinde muhafaza edildiğine işaret etmektedir.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | Araştırma Makalesi |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 15 Eylül 2020 |
Gönderilme Tarihi | 30 Ağustos 2020 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2020 Cilt: 19 Sayı: 2 |
e-ISSN: 2645-8950