30 Ekim 1918 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu ve İtilaf güçleri arasında imzalanan
Mondros Mütarekesi’nin akabinde İstanbul Hükümeti’nin önünde duran en önemli
görevlerden birisi, kuşkusuz imzalanacak barış antlaşmasının daha hafif koşullara sahip
olmasını sağlamaktı. Hükümetin bu amacı gerçekleştirebilmesinin ön koşulu, memlekette
asayiş ve güvenliğin temin edilmesi gerekliliğiydi. Ne var ki mütarekenin imzalanmasını
takiben alınan kararlara müteakip olarak (5. ve 7. madde) cesaret alan gayrimüslim unsurlar,
asayişi bozucu faaliyetlerde bulunmaya başlamışlardı. Bu faaliyetler başkent İstanbul başta
olmak üzere çeşitli kentlerde düzeni bozan farklı olaylarda şeklinde cereyan etmişti. Bu
anlamda asayiş olaylarının en yoğun şekilde gerçekleştiği bölgelerden birisi de İzmir ve
kazalarıydı. İzmir, gerek bir liman kenti olması gerekse Anadolu’nun diğer bölgeleriyle irtibatı
sağlayan ve stratejik açıdan da son derece önemli bir kavşak noktası olması açısından Batı
Anadolu’nun en önemli kenti durumundaydı. Bu sebeplerden ötürü İzmir’in üzerinde gözü
olan Yunanistan kentte asayişi bozmaya yönelik çalışmalarda bulunan yer Rumlara mütareke
sonrasında el altından destek vermişti. Nitekim mütarekenin kabul edilmesi ve uygulamaya
konulmasıyla birlikte emniyet ve güveni tehdit eden bir süreç başlamıştı. Dönemin resmî ya
da gayri resmî belgelerinde en fazla göze çarpan “asayiş”; o günlerin en popüler mefhumu
haline gelmişti. Bundaki en önemli etken, henüz Yunanlar tarafından işgal edilmeden yerli
Rumların gerçekleştirdikleri hırsızlık, darp, yaralama, fuhuş, intihar, kaçakçılık, cinayet vb.
birçok düzen bozucu olayların yoğun olarak yaşanmış olmasıydı. Kentte yaşanan tüm bu
olayların yarattığı düzensizlik üzerine 18 Ocak 1919 Paris Barış Konferansı’nda İzmir’de
düzenin bozulduğu ve gayrimüslimlerin özellikle de yerli Rumların can, mal ve namuslarının
tehlikede olduğu iddiası üzerine Yunanlar, kentte hak talep etmişti. Böylesine bir hak talep
edilmesinin temel sebebi; Megali İdea olarak adlandırdıkları büyük düşlerini gerçekleştirme
düşüncesiydi. Bahsi geçen düşüncenin somutlaşmış hali bizzat konferansta gerçekleşti ve
konferansta alınan karar üzerine kentte asayişi sağlamak için işgal hakkı Yunanistan’a verildi.
15 Mayıs 1919 günü İzmir’e ayak basan Yunanistan, İtilaf kuvvetleri adına kentte
asayişi sağlamak üzere gelmişti. Ne var ki durum öyle olmayacaktı. 15 Mayıs 1919 günü
İzmir’e giren ve aralıksız olarak 9 Eylül 1922 tarihine kadar işgal kararını sürdüren Yunanlar,
yerli Rumlarla birlikte kentte asayişi sağlamaya çalışmak bir yana, asayişi bozucu en temel
unsurların başında gelecekti. Nitekim, 1922 yılında Türk ordusunun kente girmesi ile
birlikte kentte büyük bir enkaz bırakarak kaçıp gideceklerdi. Mustafa Kemal Paşa tarafından
“geldikleri gibi giderler” sözü aslında tam anlamıyla Yunanistan için söylenmiş olmalıydı.
Çünkü kente ayak bastıkları gün büyük bir yıkım gerçekleştiren ve felâketlere sebep olan
Yunanistan giderken de arkasında büyük bir enkaz ve yıkım bırakmıştı.
İşgal dönemi İzmir’inde gerçekleşen asayiş ve güvenlik olaylarını inceleyen bu
çalışma; İzmir’in işgalinin ilk günlerinden itibaren şehirde asayişi bozucu ve güvenlik zafiyetine
sebep olan ne gibi olaylar yaşandığını ve yaşananların dönemin resmî yazışma, hatırat ve
süreli yayınlarına nasıl yansıdığına ilişkin bilimsel bir değerlendirmeyi hedeflemektedir.
In the continuation of the Armistice of Mudros, which was signed on October 30,
1918 between the Ottoman Empire and the Entente powers, one of the most important tasks
facing the Istanbul Government was undoubtedly to ensure that the peace treaty to be signed
would have lighter conditions. The prerequisite for the government to achieve this aim was
the necessity of ensuring order and security in the country. However, following the decisions
taken following the signing of the armistice (Articles 5 and 7), the non-Muslim elements,
who were encouraged, started to engage in activities that disrupt the public order. These
activities took place in the form of different events that disrupted the order in various cities,
especially in the capital Istanbul. In this sense, one of the regions where public order incidents
were most intense was İzmir and its districts. İzmir was the most important city of Western
Anatolia in terms of both being a port city and being a strategically important crossroads that
connects with other parts of Anatolia. For these reasons, Greece, which has its eye on İzmir,
secretly supported the local Greeks after the armistice, which was working to disrupt the
peace in the city. As a matter of fact, with the acceptance and implementation of the armistice,
a process that threatened security and trust had begun. In the official or unofficial documents
of the period, the most conspicuous word was “public order”; it had become the most popular
notion of those days. The most important factor in this was that many disorganizing events
such as theft, beating, wounding, prostitution, suicide, smuggling, murder were experienced
intensely by the local Greeks before the occupation. Upon the disorder created by all these
events in the city, the Greeks claimed rights in the city at the Paris Peace Conference on January
18, 1919, on the claim that the order in İzmir was broken and the lives, property and honor
of non-Muslims, especially the local Greeks, were in danger. The main reason for demanding
such a right is; It was the idea of realizing their big dream, which they called the Megali Idea.
The embodiment of the aforementioned idea was realized at the conference itself, and upon
the decision taken at the conference, the right of occupation was given to Greece in order to
maintain order in the city.
Having set foot in İzmir on May 15, 1919, Greece had come to maintain order in the
city on behalf of the Entente forces. However, that would not be the case. The Greeks, who
entered İzmir on May 15, 1919 and continued the occupation until September 9, 1922, would
be one of the main factors disrupting the order, let alone trying to maintain order in the city
together with the local Greeks. As a matter of fact, with the entry of the Turkish army into the
city in 1922, they would flee, leaving a huge wreckage in the city. The phrase “As they have
come, so they will go” by Mustafa Kemal Pasha should have been literally meant for Greece.
Because Greece, which caused great destruction and disaster on the day they set foot in the
city, left a great wreck and destruction behind while even fleeing.
This study, which examines the public order and security events that took place
in İzmir during the occupation period; it aims to make a scientific evaluation of what kind
of events that disrupted the public order and caused security weakness in the city from
the first days of the occupation of İzmir, and how these events were reflected in the official
correspondence, memoirs and periodicals of that period.
İzmir Occupation Public Order and Security Kuvâ-yi Milliye Ottoman Greeks
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | Araştırma Makaleleri |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 17 Aralık 2021 |
Gönderilme Tarihi | 9 Nisan 2021 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2021 Cilt: 21 Sayı: 43 |