Kurulduğu ilk yıllardan itibaren Balkanlar istikametinde bir varoluş mücadelesi sergileyen Osmanlı İmparatorluğu esasen her şeyden önce kendisini bir Balkan ülkesi olarak inşa etti. Yaklaşık beş asır boyunca da bu topraklara da hükmetti. Ancak Balkanlardaki hakimiyeti son iki yüzyıl içerisinde erimeye başlayan Osmanlılar 19.yüzyılın başından itibaren Fransız ihtilalinin domine ettiği ayaklanmalar, büyük devletlerin bunlara müdahaleleri ve ekonomik krizler gibi pek çok sorunu konselide etmeye çalıştı.
Güneydoğuya Avrupa’da Balkan yarımadasının batıya en dönük bölgelerinden birisi olan Bosna-Hersek’te patlak veren 1875 isyanı bu topraklarda olacak olanların adeta habercisi niteliğindeydi. 93 harbi sonrasında imzalanan Berlin Antlaşması ile bu toprakların yönünü yıllardır güneydoğusunda yer alan Balkanlara dönen ve Bosna-Hersek’i ele geçirmeyi bir geleneksel bir devlet politikası haline getiren Avusturya Macaristan’ın yönetimine geçmesi ve 1908 devriminden hemen sonra da işgal etmesi yarımadanın diğer topluluklarına Osmanlıların ne kadar güçsüz olduğunu bir kez daha göstererek bundan sonra meydana gelecek olayların mebdei olmuştu.
Anılan dönemde bütün bu olanlara şahit olan sivil-asker kökenli bir grup genç ise ellerinin arasından kayıp giden bir imparatorluğu nasıl kurtarılabileceği noktasından hareketle bütün her şeyin sorumlusu olarak gördükleri istibdat rejimine son vererek anayasal meşruti parlamenter sistemi yeniden ikame etmek üzere İttihat Terakki Cemiyeti’nin dahili ve harici şubeleriyle gizli hücre tipi örgüt şemalarını buna vakfettiler. Kuşkusuz “liberte”, “egalite”, “fratermite” mottolarıyla hareket eden bu gençler devrimi gerçekleştirdikten sonra Osmanlı imparatorluğunun bu en uzun yüzyılında Balkanlar başta olmak üzere büyük toprak kayıplarına maruz kalacaklarını öngörememişlerdi. Zihinlerinin arkeolojisinde travmatik bir şekilde kaybedilen topraklar ile bölünme, parçalanma ve hasta adam fobisi olan bu kuşak bildikleri bir mazinin öğrettikleri ve bilmedikleri bir atinin endişesi arasında bocaladılar. Elinizdeki bu makale bir Balkan ülkesi olarak doğan Osmanlı İmparatorluğu’nun yarımadanın en verimli topraklarından birisi olan Bosna-Hersek’in kaybedilişi ve bu sürece eşlik eden II. Meşrutiyet devrimi arasındaki bağlantıları sunduktan sonra İttihat Terakki Cemiyeti ile onun mensupları olarak geç dönem Osmanlı tarihine damgasını vuran Jön Türkler hakkında Bosna-Hersek basınına yansıyan haberleri değerlendirme çabasının bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Kuşkusuz elde edilen bulgu ve sonuçlar yeni kaynaklarla yeniden ve yeniden yazılmaya açıktır.
The Ottoman Empire, which has been struggling for existence in the direction of the Balkans since the first years of its establishment, essentially established itself as a Balkan country and dominated these lands for approximately five centuries. However, the Ottomans, whose dominance in the Balkans began to decline in the last two centuries, tried to consolidate many problems such as the uprisings dominated by the French Revolution, the interventions of the great powers and the economic crises since the beginning of the 19th century. The 1875 rebellion that broke out in Bosnia-Herzegovina, one of the most west-oriented regions of the Balkan peninsula in southeastern Europe, was almost a harbinger of what would happen in these lands. With the Berlin Treaty signed after the 93 war, these lands came under the rule of Austria-Hungary, which turned to the Balkans in the southeast for years and made the capture of Bosnia-Herzegovina a traditional state policy and occupied it immediately after the 1908 revolution, and showed once again to the other communities of the peninsula how weak the Ottomans were and became the basis for the events that would take place from now on. A group of young people of civil-military origin who witnessed all these events in the mentioned period, based on the point of how to save an empire that was slipping out of their hands, dedicated their external branches and secret cell-type organizational schemes of the Committee of Union and Progress to put an end to the despotic regime, which they saw as responsible for everything and to re-establish the constitutional constitutional parliamentary system. Undoubtedly, these young people, who acted with the mottos of liberte, equality and fratermite, could not foresee that after carrying out the revolution, they would suffer great territorial losses, especially in the Balkans, in this longest century of the Ottoman Empire. This generation, which had a traumatic loss of lands in the archeology of their minds, division, disintegration and sick man phobia, vacillated between the lessons of a past they knew and the anxiety of a future they did not know. This article presents the connections between the loss of Bosnia-Herzegovina, one of the most fertile lands of the peninsula by the Ottoman Empire, which was born as a Balkan country and the Second Constitutional Monarchy revolution that accompanied this process. This article emerged as a product of the effort to evaluate the news reflected in the Bosnian-Herzegovinian press about the Committee of Union and Progress and its members, the Young Turks, who left their mark on late Ottoman history. Undoubtedly, the findings and conclusions obtained are open to rewriting with new sources.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Yakınçağ Osmanlı Tarihi |
Bölüm | Araştırma Makaleleri |
Yazarlar | |
Erken Görünüm Tarihi | 30 Aralık 2023 |
Yayımlanma Tarihi | 31 Aralık 2023 |
Gönderilme Tarihi | 26 Kasım 2023 |
Kabul Tarihi | 28 Aralık 2023 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2023 Cilt: 23 Sayı: 47 |