İslâm barış dinidir. Hz. Âdem’den beri gönderilen tüm peygamberler barışı tavsiye etmiş, tüm ilahi dinler özünde barışı emretmiştir. İslâm kelimesi, Arapça S-L-M kökünden türemiş olup, barış anlamını ifade etmektedir. Bu yüce dine inanan kimselere MÜSLÜMAN denilmiştir. Bu da, bu dine inanan kimselerin de barışçı olduklarını ifade eder. Kur’ân-ı Kerîm’de, SLM kökünden türeyen ve insanlığa barışı tavsiye eden yaklaşık 150 âyet vardır. Hz. Peygamber de, altmış küsur yıl süren örnek hayatı boyunca daima barış ve uzlaşma yanlısı bir tavır sergilemiştir. O (SAV), gençliğinde, bazı Mekkelilerin adalet ve barışı temin etmek için kurduğu Hılfu’l-Fudûl adlı gönüllü teşkilata katılarak, yaratılışındaki barışçı özelliği daha o zamandan sergilemişti. Kur’ân-ı Kerîm, kendilerini ve yurtlarını korumaları için düşmanlarına karşı savaşmayı Müslümanlara farz kılmıştır. İslâm tarihinin başından bugüne kadar Müslümanlar, çeşitli savaşlar yapmışlardır. Ancak bu savaşların hiç biri haksızlık ve ahlâk dışılıkla nitelendirilemez. Nitekim Hz. Peygamber’in savaşlarını inceleyen İslâm âlimleri, bunların savunma amacı taşıdığını söylemişlerdir. Kur’ân’ın savaşmayı emreden âyetlerinin tamamı savaş ortamında indirilmiştir. Bu âyetlerde kendileriyle savaşılması istenilenler ise, o dönemde Müslümanlarla fiilen savaşmakta olan gruplardır. Yine Kur’ân’ın savaş emrinin temel gerekçesi, gayr-i müslimlik değil, saldırganlıktır. İslâm, kılıç dini değil, barış ve sevgi dinidir. Hz. Muhammed de bazen savaşmak zorunda kalmasına rağmen, İslâm’ı kılıç zoruyla yaymamış, gönüllere girerek insanlığa tebliğ etmiştir. Kur’ân’a göre, dinde zorlama yoktur. Hz. Peygamber, komutanlarına savaştan önce düşmana barış teklif etmelerini emretmiştir. Kadın ve çocukların, ihtiyarların, savaşmayanların, hizmetçilerin, din adamlarının öldürülmesini, ekili-dikili arazinin ve mabetlerin tahribini şiddetle yasaklamıştır. Hz. Peygamber döneminde tüm savaşlarda ölen kimselerin sayısı sadece 251’dir. Bunun 139’u Müslüman, 112’si de müşriktir. İnsanlık tarihi boyunca bu kadar az bir insan kaybıyla bu kadar büyük bir coğrafyaya hakim olarak, büyük bir dini tebliğ eden başka bir kimse yoktur. Bu anlayışın tabii bir sonucu olarak, ecdadımızın hakim olduğu topraklarda, havralar, kiliseler ve camiler, imamlar, haham ve papazlar, yan yana asırlarca barış içinde varlıklarını sürdürebilmişlerdir. Durum böyleyken bir müslümanın, düşmanla savaşıyorum iddiasıyla cephe ve hedef gözetmeksizin savaş halinde olmayan ülkelerde bile şiddet ve teröre başvurmasını, hangi din, mezhep ve ırka mensup olursa olsun masum sivilleri öldürmesini, din kardeşlerinin ve soydaşlarının ölümüne sebep olmasını anlayışla karşılamak, bunun İslâm’a uygun olduğunu savunmak mümkün değildir. İslâm’ın bu konudaki buyrukları iyi anlaşılmadığı takdirde, milletin ve memleketin korunması için farz bir görev olan cihâd, cinâyet haline gelebilir. Bir müslümanın, suçsuz Müslümanları ve kendisiyle savaşmayan masum insanları öldürmesi fitneden başka bir şey değildir. Fitne ise, Kur’ân’da şiddetle yasaklanmıştır.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | Makaleler |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 1 Haziran 2006 |
Gönderilme Tarihi | 6 Aralık 2015 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2006 Cilt: 6 Sayı: 2 |
Correspondence Address
Cukurova University, Faculty of Theology, Balcali Campus, 01330, Saricam/Adana.