Doğal hukuk teorisyenleri, genel olarak, insanın maddî ve anlamsal (manevî) doğasıyla insan aklına göndermede bulunarak “olması gereken”i inşa etmeye çalışmışlardır. Bu bağlamda insanın evrensel yanı, genel geçer bazı evrensel ilkelerin varlığı düşüncesini doğurmuştur. İnsanın mutluluğu ve tekâmülü (fulfilment), maddî ve manevî doğasının gerekleriyle uyuşur bir sosyal düzeni gerekli kılmıştır. İnsanın, insan olması dolayısıyla ve anlamsal varlığının gereği olarak onuruna (dignity) ve haklarına uygun olarak yaşaması gerekliliği, ideal hukuk kavramına dönük düşünsel çabalar tarafından ortaya konulur. Böyle bir çabanın, analitik felsefenin sınırları içerisinde yer alamayacağı gerekçesiyle terk edilmesi düşünülemez. Adil ve doğru hukuk düşüncesinin, insanların zihninde hep canlı tutulması gerekir. Hukuku, salt pozitivist bir yöntemle kavradığımız zaman, “hukuk, güçtür” tanımlamasına ulaşırız. Bu, pozitivist metodolojiye uygun bir hukuk tanımıdır. Böyle bir tanımla yetinemeyeceğimize göre, ideal hukuka yön verecek değerlerin araştırılması çabaları, bilimsel olmadıkları gerekçesiyle kınanamaz. Bugün, insanlığın övündüğü insan hakları öğretileri, bu çabaların ürünüdür.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Hukuk |
Bölüm | Araştırma Makaleleri |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 1 Aralık 2009 |
Gönderilme Tarihi | 1 Eylül 2009 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2009 Cilt: XIII Sayı: 3-4 |
Bu Eser Atıf-GayriTicari 4.0 Uluslararası (CC BY-NC 4.0) ile lisanslanmıştır.