Bireyin, sırf insan olduğu için sahip olduğu haklar olarak tanımlanabilecek insan haklarının uluslararası alana geçişi oldukça yeni sayılmaktadır. On dokuzuncu yüzyıl içinde, bu konuda atılan adımların en önemlisi, köleliğin ve köle ticaretinin yasaklanmasını amaçlayan sözleşmelerin imzalanmasıdır. Bu dönemde üzerinde durulan başka bir konu da, azınlıkların korunması olmuştur. Din, dil ve etnik farklılıkların oluşturduğu azınlıkların korunması kaygısı yirminci yüzyılda Birinci Dünya Savaşı sonrasında imzalanan uluslararası antlaşmaların çoğuna yansımıştır ancak, bu antlaşmalar azınlık kişiler lehine doğrudan bir hak tanımıyor, yalnızca taraf devletlere bazı yükümlülükler getiriyordu. Bu bağlamda, uluslararası hukuk bu dönemde kişiyi henüz "hak sujesi" olarak kabul etmiyordu. İnsan haklarının korunması ve güvence altına alınması, İkinci Dünya Savaşı yaşanıncaya dek, bir iç hukuk, bir anayasa sorunu olarak görülmüş, insan hak ve özgürlüklerinin anayasal güvenceye kavuşturulması için çaba sarf edilmiştir. Yirminci yüzyıl, kendi özgüllüğünde değerlendirildiğinde, bu dönemki en kayda değer gelişme, bireyin ulusal hukuk öznesi olması yanında, İkinci Dünya Savaşı sonrası uluslararası hukuk öznesi haline de gelmiş olmasıdır..
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Hukuk (Diğer) |
Bölüm | Makaleler |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 1 Şubat 2005 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2005 Sayı: 6 |
Adres ve İletişim Bilgileri · Kurtuluş Mahallesi Yargı Sokak No:20 Odunpazarı/ESKİŞEHİR · 0 222 240 14 00 · 0 222 240 71 72 · 0 222 240 71 70 · bilgi@eskisehirbarosu.org.tr