Muslims, inspired by numerous divine principles, have established the culture of infāq by founding charitable institutions in diverse geographies throughout history. One of the most reputable institutions for cultivating this culture is unquestionably endowment. This institution has made great contributions to strengthening the social and economic ties of the believers and to forming their cultural and spiritual identities from the beginning of the asr al-sa‘ādah until today. Therefore, it is vital to update the theoretical understanding of endowments, draw insights from various precedents and improve the effectiveness of practical applications accordingly.
There is no verse in the Qur'an explicitly stating the legitimacy of endowments; however, the verses encouraging charity and competing in good deeds form the basis of the institution of endowments. Very few rulings on endowments are determined by the Sunnah; the majority come from the jurisprudence of the jurists, based on the evidence of istiẖsān, istiṣlāẖ and ‘urf.
Jurists agree that endowments are legitimate, but their views diverge on which assets may qualify as the subject of an endowment. They unanimously accept that immovable property such as lands, houses, and shops can be endowed. However, they disagree about the endowment of movable properties. Some jurists stipulate the characteristic of "perpetuity". While some jurists deem the endowment of movable properties to be absolutely permitted, others consider it permissible only under specific circumstances.
Movable properties are classified into two categories regarding endowment status: “movables that retain their original form after usufruct” even for a certain period, and “movables that do not retain their original form after usufruct”.
According to H̱anafī jurists, “perpetuity” is the general rule/reference for endowment. They argue that movables cannot be endowed in absolute terms because they do not conform to this general rule. However, they make three exceptions to this general understanding, and accept the endowment of movables falling under these categories as authentic. Early H̱anafīs deemed the endowment of dīnārs, dirhams, makīlāt, and mawzūnāt to be authentic.
Shāfi‘ī scholars state that the condition of “perpetuity” is absolutely attained in properties such as land, and as long as their lifespan in properties such as books, horses, and weapons. From this perspective, they deem it permissible to endow movable properties that can be used for a certain period and do not lose their original qualities immediately. However, they do not accept the endowment of movables such as foodstuffs which are consumed through usufruct and cannot be utilized even for a certain period.
The majority of H̱anbalī scholars agree with the Shāfi‘ī jurists. Some H̱anbalīs, however, view the endowment of movable properties whose original qualities are lost by usufruct as legitimate if there exists an established practice and legal precedent.
The most comprehensive stance on endowment property is that of Mālikī scholars. They do not stipulate the condition of perpetuity in endowments and recognize that endowments can also be of a temporary nature. Therefore, it is permissible to endow cash, foodstuffs, books, clothes, and similar movable property of both classes. In the case of movable perpetual property, the solution is "istibdâl". The Imamiyya share the same view as the Mālikīs. We observe that the Mālikī view is preferred in legal regulations in the Islamic world and in the decisions of fatwa councils.
In this context, the opinions of jurists, decisions of fatwā councils, historical practices and practices in Islamic states are analyzed to present an opinion on making the endowment institution more functional.
Islamic Law Endowment Immovable Property Movable Usufruct Perpetuity
Müslümanlar, iyilik ve takvada yarışmak, tasadduk etmek gibi hayır yollarında yardımlaşmayı teşvik eden birçok nastan hareketle tarih boyunca farklı coğrafyalarda hayır müesseseleri inşa ederek infak kültürünü oluşturmuşlardır. Bu kültürün kökleşmesini sağlayan en güzide kurumlardan biri de kuşkusuz vakıf müessesesidir. Bu müessese, Asr-ı saâdet’ten günümüze değin Müminlerin sosyal ve ekonomik bağlarının güçlenmesine, kültürel ve manevi kimliklerinin oluşmasına büyük katkılar sunmuştur. Böyle güzide bir kurumun ilelebet yaşatılması için vakıfla ilgili teorik bilgilerin güncel tutulması, farklı ictihadlardan yararlanılması ve bu ictihadlar ışığında pratik uygulamaların daha işlevsel hale getirilmesi önem arz etmektedir.
İslam âlimleri, Kur’ân-ı Kerîm’de vakfın meşruluğunu belirten doğrudan bir ayet bulunmadığını; tasadduk etmeyi, iyilikte yarışmayı teşvik eden ayetlerin vakıf kurumunun temelini oluşturduğunu belirtmiştir. Ayrıca vakıfla ilgili ortaya konulan hükümlerin çok az kısmının sünnet ile sabit olduğunu; bu hükümlerin büyük çoğunluğunun ise “İstihsân”, “İstislâh” ve “Örf” delillerine istinaden fakihlerin ictihadı üzerine bina edildiğini kaydetmiştir.
Fakihler, vakfın meşru olduğu hususunda icma etmişlerdir. Vakfa konu olabilecek varlıklar hakkında ise farklı kanaatler sergilemişlerdir. İlgili hadislere ve Asr-ı saâdet’teki uygulamalara istinaden arazi, ev, dükkân gibi gayrimenkullerin vakfedilmesini ittifakla kabul etmişlerdir. Menkullerin vakfı hususunda ise ihtilaf etmişlerdir. Fakihlerin bir kısmı, Resûlü Ekrem’in (s.a.s.), Hz. Ömer’e (r.a.) ganimet olarak kalan arazisi hakkındaki “Dilersen arazinin aslını yanında tut, gelirini tasadduk et.” hadisinde geçen “حَبّسْتَ/hapset” lafzından hareketle, vakfedilecek malda “ebedîlik” özelliği bulunmasını şart koşmuşlardır. Zira bu kelimenin, muvakkat olan bir şeyin mefhumuna aykırılık içerdiğini belirtmişlerdir. Dolayısıyla bu vasfa haiz olmamaları gerekçesiyle menkullerin vakfını sahih kabul etmemişlerdir. Bir kısım fakihler bu niteliği şart koşmadıklarından menkullerin vakfını mutlak olarak; bazı fakihler ise birtakım kayıtlar öne sürerek caiz görmüştür.
Hanefî fakihler, vakfa konu olan malın “akar” olmasını ve vakıfta “ebedîliği” genel kural/kıyas olarak kabul etmişlerdir. Bu genel kurala uygun olmamaları gerekçesiyle menkullerin mutlak anlamda vakfa konu olmayacaklarını belirtmişlerdir. Bununla birlikte bu genel anlayıştan “Akara Tabi Olan Menkuller”, “Hakkında Nas Bulunan Menkuller” ve “Örfen Vakfı Meşru Görülen Menkuller” şeklinde üçlü bir istisna yaparak bu kategorilere giren menkullerin vakfını sahih kabul etmişlerdir. Bu kaidelerin yanı sıra “Hükmen Ebedîlik” ilkesi geliştirilerek “ebedîlik” vasfı daha geniş anlamda yorumlanmıştır. Bu bağlamda fıkıh eserlerinde mütekaddimîn Hanefîler’in, dinarların, dirhemlerin, mekîlât ve mevzûnâtın vakfını sahih gördükleri kaydedilmektedir.
Şâfiî âlimler, “ebedîlik” özelliğinin arsa gibi varlıklarda tam anlamıyla; kitap, at, silah gibi mallarda ise bunların ömrü kadar gerçekleştiğini belirtmiştir. Bundan hareketle belirli bir süre de olsa kendisiyle intifa mümkün olan ve aynı hemen tükenmeyen menkullerin vakfını caiz görmüşlerdir. Gıda maddeleri gibi intifa ile birlikte aynı tükenen, belirli bir süre de olsa kendisiyle yararlanmak mümkün olmayan menkullerin vakfını ise sahih kabul etmemişlerdir.
Hanbelî âlimlerin çoğunluğu, Şâfiî fakihler ile aynı görüştedir. Bazı Hanbelîler ise örf ve teâmül bulunması halinde intifa ile aynı tükenen menkullerin vakfını sahih görmüştür.
Vakfa konu olabilecek mallar hususunda konuya en geniş yaklaşım, Mâlikî âlimler tarafından serdedilmiştir. Onlar, vakıfta ebedîlik şartını öngörmemişler, vakfın muvakkat da olabileceğini kabul etmişlerdir. Dolayısıyla mezhepte mutemet olan görüşe göre nakit para, gıda maddeleri, kitap, elbise ve benzeri her iki sınıfta yer alan menkul malların vakfı caiz görülmüştür. Menkul malların ebedîlik şartı ile vakfedilmesi durumunda ise bunun çözüm yolunun, vakfın konusu olan malın hükmen devamı anlamına gelen “istibdâl” yolu olduğunu belirtmişlerdir. İmâmiyye de Mâlikîler ile aynı görüştedir. İslam âlemindeki hukuki düzenlemelerde ve fetva kurullarının kararlarında da Mâlikî mezhebinin görüşünün tercih edildiğini görmekteyiz.
Bu bağlamda fakihlerin ictihadları, fetva kurullarının kararları, tarihteki bazı pratikler ve İslam devletlerindeki uygulamalar incelenerek vakıf kurumunun daha fonksiyonel hale gelmesi istikametinde bir kanaat ortaya konulmaya gayret edilmiştir.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | İslam Hukuku |
Bölüm | Araştırma Makaleleri |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 30 Haziran 2024 |
Gönderilme Tarihi | 22 Eylül 2023 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2024 Sayı: 43 |