Ruhun varlığı ve mahiyeti felsefe, kelâm ve tasavvuf gibi teorik disiplinlerin en önemli meselelerinden biridir. Genel olarak İslâm düşünürleri, insanın bireyselliğini ruhun varlığına bağlı olarak açıkladıkları gibi, Tanrı ve âleme ilişkin kuşatıcı ve tümel bilgisini de ruhun varlık tarzı veya varlık hâlinden hareketle temellendirirler. Bu bağlamda ruhun var olup olmadığı tartışmasından sonra en önemli sorun, ruhun nasıl bir varlık tarzına sahip olduğudur. Fârâbî, İbn Sînâ gibi meşşâî filozofların ruhun maddî değil, aklî bir varlık olduğu iddiasına karşın, Gazzâlî öncesinde genel olarak kelâmcı ve sûfîler ruhun şeffaf bir cisim olduğunu düşünmüşlerdir. Bu düşünce ilk bakışta özellikle kelâmcıların materyalist oldukları kanısını uyandırır ve bizi mütekaddimîn kelâmcıları materyalist düşünürler saymaya sevk eder. Böyle olması durumunda ise kelâmcıların insanın Tanrı ve âleme ilişkin tümel bilgileri aklî olarak temellendiremeyecekleri sonucuna ulaşmamıza neden olur. Hâlbuki bu sonuç, genel olarak kelâmî düşüncenin yapısı ve iddialarına aykırı olduğu gibi, dinî ilimlerin kaynağı olan vahiyle de çelişmektedir. Dolayısıyla kelâmcıların ve genel olarak ruhu maddî bir cevher gören Müslüman düşünürlerin ya çok açık bir çelişki içinde olmaları gerekir ya da bizim bu düşüncenin zorunlu sonuçlarını daha dikkatli takip etmemiz gerekir.
A distinctive feature in kalam, which includes comprehensive and integrated theories about God and the universe, is that it takes as basis God’s omnipotence. This distinctive quality, combined with the theory of creation from nonexistence, is the source of many problems in kalam. One of the most significant problems is the difference between God’s existence and that of the universe. Mutakallimun propose that the difference between things other than God is not a difference in their existence, but a difference in state; they place invisible beings, like angels, and the human soul in the category of transparent objects. At first glance this view, even if it puts forward the problem of how humanity is to recognize God, whose existence is different from that of humans, expresses how, these theologians, with the “idhafa” (relativity) theory, based on the concept of an omnipotent God and creation from non-existence, thought that substantial beings, due to relativity with God, gained some characteristics not possessed by other beings. One of the writers of the early period, who examined this matter in connection with the perfection of humanity, in the widest manner possible, was Abu Zaid al-Dabusý in his work al-Amad al-aqså. In this article the question as how the soul, a subtle object, should recognize itself and God based on the ideas presented in al-Amad al-aqså is examined.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Din Araştırmaları |
Bölüm | Makaleler |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 1 Temmuz 2008 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2008 Sayı: 20 |