Günümüzde “medeniyet” başta tarih, sosyoloji, siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler olmak üzere sosyal bilimlerin popüler analiz birimlerinden biri hâline gelmiştir. Din ve kültür olarak da adlandırılan analiz birimlerine, günümüzde artarak medeniyet denmektedir. Mesela İslâm, Hıristiyanlık ve Yahudilik disipline ve bakış açısına bağlı olarak hem din hem kültür hem de medeniyet olarak adlandırılmaktadır. Farklı sosyal bilimlere mensup birçok akademisyen, medeniyetlerarası ilişkileri yorumlamaya, açıklamaya ve bu ilişkilerin geleceğini tahmine çalışmaktadır. Günümüzdeki kadar yaygın olmasa da, eskiden beri medeniyetlerarası ilişkiler her zaman tarihçi ve toplumbilimcilerin özel ilgi alanlarından biri olagelmiştir. Bu arada yöntemle ilgili tartışmalar da devam etmektedir: Medeniyetleri ve medeniyetlerarası ilişkileri nasıl tahlil edeceğiz? Başka bir ifadeyle medeniyet araştırmalarında hangi kuramları ve yöntemleri kullanacağız? Bu makale, İbn Haldûn’dan (1332/732- 1406/808) günümüze, medeniyetlerarası ilişkilere dair kuramları karşılaştırmalı olarak inceleyerek yukarıdaki soruların cevabını arayacaktır. İbn Haldûn’un en önemli katkısı umran ilmi olduğu hâlde, günümüzdeki medeniyet tartışmalarında kendisinden istifade edilmemesinin doğurduğu eksiklik de böylece bir derece giderilmiş olacaktır.
This article argues that similar to the Ottoman social thinkers, who applied Ibn Khaldun’s “science of civilization” to their times, we should also use his legacy to understand the changing relations among civilizations at the age of globalization. Ibn Khaldun (d. 808/1406) developed a theory of civilization (‘umrân) which served as the foundation for his “science of civilization” (‘ilm al-‘umrân) both of which must be understood within his cultural milieu. Civilization has thus served as an analytical unit for his macro-sociology. This new science adopted a relational and dialectical approach to explain change and continuity in the internal structure of the civilizations as well as their relations with each other. By developing such a science Ibn Khaldun was responding to his social environment which housed several civilizations: Judaism, Christianity and Islam. Following Islamic law, he took as an axiom that human society in the world would produce a multitude of civilizations. Ibn Haldun’s “science of civilization” was a tool to empirically explore the relations among civilizations and Fiqh was a tool to normatively order these relations. As a jurist and historian, Ibn Khaldun mastered both. Yet the deep connection and the interaction between the two systems of knowledge he mastered has yet to be explored.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Din Araştırmaları |
Bölüm | Makaleler |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 1 Temmuz 2006 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2006 Sayı: 16 |