Küreselleşme süreci gerek akademik gerekse siyasi çevrelerde son dönemin en çok tartışılan konusu. Rusya, Endonezya, Arjantin, Meksika ve Asya'da ortaya çıkan ve etkileri global düzeyde hissedilen krizlerin de etkisiyle küreselleşme sürecinde yaşanan sorunlara çözüm arayışları hızlanmıştır. Gelir dağılımında yaşanan eşitsizlikler, istihdamda meydana gelen dönüşümler, finansal krizler, sosyal sorunlar, az gelişmiş ülkelerin durumu küreselleşme sürecinde yaşanan önemli sorunlardan bazılarıdır. Küresel düzeyde yaşanan sorunlar karşısında bu sorunların çözümünde ulusal ve uluslar üstü kurumların önerdiği çözümlerin çok etkili olamaması yeni yapılanma ve küresel düzeyde çözüm arayışlarını gündeme getirmektedir. Bu makalede küreselleşme sürecinde yaşanan bazı temel sorunlara değinilmekte ve bu sorunların çözümünde önerilen çözüm arayışlarının uygulanabilirliği tartışılmaktadır. Küreselleşme Küreselleşme son dönemin en gözde konularından birini oluşturmakta , akademik ve siyasi çevrelerde çeşitli boyutlarıyla çok tartışılmaktadır. Kimi yazarlar küreselleşmenin çok daha önceden başlayan bir sürecin devamı olarak algılarken kimi yazarlar da geçmiştekinden farklı , özellikle son çeyrek yüzyılda özellikle enformasyon teknolojileriyle öne çıkan bir süreç olduğunu belirtmektedir. Robertson(1999,s21) küreselleşme sözcüğünün kullanımının çok yakınlarda yaygınlaştığını ifade etmektedir. Daha önceki dağınık ve sürekli olmayan kullanımına karşın, küreselleşme terimi 1980'lerin başına , hatta ortalarına kadar akademik çevreler tarafından kesinlikle önemli bir kavram olarak kabul görmedi. Küreselleşme sürecinin ortaya çıkmasında ve hızlanmasında teknolojideki gelişmeler, bilgi ekonomisinin öne çıkması, Dünyada yaşanan neo-liberal politikaların yükselişi, Çok uluslu sermayenin küresel bir pazarda yayılışı etkili olmuştur. Küreselleşme süreci kazananları ve kaybedenleri fırsatları ve dezavantajları içinde paradoksal olarak bulunduran bir süreçtir. Giddens küreselleşmeye yaklaşımları şüpheciler ve radikaller olmak üzere 2 bölüme ayırmaktadır. Şüpheciler daha çok siyasal solda özellikle eski solda toplanmaktadır. Hükümetler ekonomik yaşamı hala denetimleri altında tutabilmekte ve refah devleti varlığını sürdürmektedir. Şüphecilere göre , küreselleşme nosyonu , refah sistemlerini ortadan kaldırmak ve devlet harcamalarında kısıntı yapmak isteyen serbest piyasacıların ortaya attığı bir ideolojidir. Gördüklerimiz ise olsa olsa yüz yıl önceki dünyanın bir tekrarından ibarettir. Para ticareti dahil olmak üzere yoğun ticaretin yapıldığı, açık bir küresel ekonomi on dokuzuncu yüzyılın sonunda da vardı. (2000b,s.20-21) Giddens bu tartışmada radikallere hak vermektedir. Dünya ticaretinin bugünkü düzeyi eskisinden çok daha fazla ve çok daha kapsamlı mallarla hizmetleri içeriyor. Ancak en büyük farklılık, finans ve sermaye akışının düzeyinde görülüyor. Eski dönemlerde , elektronik paraya (yalnızca bilgisayarda bir rakam olarak mevcut para) göre ayarlanmış olan bugünkü dünya ekonomisiyle paralel sayılabilecek hiçbir örnek yok(2000b,s.21-22) . Küreselleşmeye eleştirel bir açıdan yaklaşan Hirst-Thompson küreselleşme yeni mi sorusuna " eğer küreselleşmeyi , ülkeler arasındaki büyük ve artan bir ticaret akışı ile sermaye yatırımının gerçekleştiği açık bir uluslar arası ekonomi diye yorumlarsak, bu sorunun cevabının kesinlikle olumsuz olduğunu belirtmektedir. Gerçek anlamda bütünleşmiş bir dünya ticaret sistemi on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında oluşturulduğu için , uluslar arası ekonominin karmaşık bir göreli açıklık-kapalılık hikayesi vardır. Denizaltı telgraf kabloları 1860'lardan beri kıtalararası piyasaları birbirine bağlamaktadır. Binlerce mil uzaklıktaki yerlerle günlük ticaret ve fiyat belirlemeyi olanaklı kılan bu kablolar , günümüzün elektronik ticaretinden çok daha büyük bir yenilikti"(1998,s.8) Ülkelerarası ticaret eskiden beri devam etse de küreselleşme sürecinin özellikle son çeyrek yüzyılda enformasyon teknolojilerinin ve telekomünikasyonun gelişimi ve yaygınlaşmasıyla hız kazandığı söylenebilir. Dünya ölçeğinde globalleşme bilgi ve sermayenin,hizmetlerin, sınırlar arasında mal akışının büyümesini yansıtırken ülkeler arasında ekonomik dayanışmanın büyümesine de işaret eder. Aşağıdaki trendler bu gelişmeye kanıt olarak gösterilebilir(Govindarajan-Gupta 1999,s.5-7): • 1989 ve 1996 yılları arasında sınırlar arası mal ve hizmet ticareti yıllık ortalama % 6.2 oranında büyüdü. Aynı periyod içinde dünya gayri safi milli hasılası yıllık ortalama % 3.2 oranında büyüdü. • 1980'den 1994 e , Dünya gayri safi milli hasılasında doğrudan yabancı yatırımlar % 4.8 den %9.6 'ya büyüdü. • 1970'de, Japonya, Almanya ve ABD 'arasında sınırlar arası tahvil ve öz sermaye akışının artış hızının gayri safi milli hasılaya oranı %5'in altındaydı.1996 yılında bu ülkeler için bu rakamlar %83, %197 ve % 152 oranında yükseldi. İnsani Kalkınma raporuna göre küreselleşme yeni bir olgu olmasa da şu dört alanda farklıdır(HDR,2000): • Yeni pazarlar : Yabancı para ve sermaye piyasaları küresel olarak birbirine bağlıdır ve 24 saat işlem yapılabilir. • Yeni araçlar : İnternet linkleri, mobil telefonlar, medya ağları • Yeni aktörler : Dünya Ticaret Örgütü ulusal hükümetlerin üstünde bir otoritedir. Çok uluslu şirketler bir çok ülkeden daha büyük bir ekonomik güce sahiptir, küresel gönüllü kuruluşlar (NGOs) ve ulusal sınırları aşan diğer gruplar • Yeni kurallar: ulusal hükümetlerin gücünü daraltan ve ulusal hükümetleri daha çok bağlayan ticaret , hizmet ve entelektüel mallar üzerinde çok taraflı antlaşmalar. Küreselleşme 18. ve 19. Yüzyıldan itibaren devam eden bir süreç olarak değerlendirilebilirse bile özellikle 20. Yüzyılın son çeyreğinde ekonomik, teknolojik ve ideolojik faktörlerinde etkisiyle geçmiştekinden çok farklı bir çehre ve hız kazandığı söylenebilir. . Küresel Sorunlar Küreselleşme süreci içinde paradoksal bir çatışmayı bulunduran bir süreçtir. Ülkeler arasında da ülke içinde de , sektörler arasında da sektör içinde de kaybedenler ve kazananlar bu süreçte birlikte barınmaktadır. Küreselleşme sürecinden ülkeler, kurumlar , meslekler, ve kişiler açısından kazanan ve kaybedenler bulunmaktadır. Özellikle son dönemde küreselleşme sürecinin yarattığı toplumsal eşitsizliklere ilişkin önemli eleştiriler yapılmaktadır. Bunun yanında küreselleşme sürecinde kuralların konulmasında ve çözüm önerilerinin hayata geçirilmesine dair ciddi tartışmalar yapılmaktadır. Artan İşsizlik ; Sendikaların Düşüşü Ve Aidiyet Sorunu Küreselleşme sürecinin hız kazanmasında enformasyon teknolojilerinin önemli bir rol oynadığını belirtmiştik. Özellikle 1970' li yıllarda hız kazanan enformasyon teknolojilerinin yükselişi ve kitle üretim ve tüketiminin krize girmesi üretimin yapısında ciddi dönüşümler yaşanmasını beraberinde getirdi. Bilgi ve hizmet işleri ve işçileri yaşanan süreçte önem kazanırken mavi yakalı işçiler, ve imalat işleri eski önemlerini kaybetmeye başladılar Bilgi ve enformasyon sektörlerinin öne çıkması sanayi toplumunun mavi yakalı işçisine olan talebi azaltmış ve belirli sektörler dışında firmalar küçülme yoluna gitmişlerdir. Aynı zamanda bu süreç beyaz yakalı bilgi işçisine olan talebi arttırırken milyonlarca mavi yakalı işçi istihdam sürecinin dışında kalmıştır. Yaşanan gelişmeler hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde işsizlik sorununu ortaya çıkarmıştır. Bilgi ve hizmet işlerinde çalışan son derece vasıflı, eğitimi , yaratıcılığı, mobilitesi yüksek bilgi işçileri bu dönüşümden kazançlı çıkan grubu oluşturmaktadır. Toffler işsizliğin artık niceliksel olmaktan çıktığını ve niteliksel olduğunu belirtmektedir. Yeni iş alanları açmakla işsizlerin sayısı azaltılamamaktadır, çünkü sorun artık sayı sorunu değildir. Toffler her işsize karşı on tane işçi aranıyor ilanı da çıksa , on milyon işçi aranırken ortada bir milyon işsiz de olsa , o bir milyon kişi , yeterli beceri ve bilgiye sahip olmadıkça , istenen işi yapamayacağını belirtmektedir. Beceriler artık öyle çeşitlidir ki ve öyle çabuk değişmektedir ki, işçilerin geçmişteki kadar ucuza değiştirilip yerine yenilerinin alınması düşünülemez. Para ve sayı artık sorunu çözemez hale gelmiştir(1992, s.87-88).Dolayısıyla hızlı değişen teknoloji ve yenilikler karşısında bunları kullanabilecek beceri ve bilgiye dayalı işçilerin önemi büyük önem kazanmaktadır. Drucker beden işçiliğinin gerileyişinin sebebinin ne bir rekabet gücü meselesi, ne hükümet politikası, ne iş hayatının bir dönemi hatta ne de ithalat meselesi olduğunu gerilemenin yapısal olduğunu ve geri dönüşünün olmadığını belirtmektedir(1996,s.153) Bilgi işçilerinin yanında özellikle enformasyon teknolojisine yatırım yapan , bilgi ve hizmet işlerinde yoğunlaşan firmalar rekabette avantajlı konuma geçmişlerdir. Japonların 21.yüzyılılın başları için belirledikleri yedi temel endüstri olan mikroelektronik, biyoteknoloji, yeni malzeme bilimleriyle endüstrileri, telekomünikasyon, sivil havacılık, robot bilimleriyle mekanik araçlar, bilgisayar donanım ve yazılımı ülkelerin global alanda rekabette üstünlük kazanmak istedikleri sektörlerin başında gelmektedir(Thurow 1997a,s.205). Son çeyrek yüzyılda istihdam ve sektörel yapıdaki dönüşüm, bilgi ve hizmet işlerinin öne çıkması sonucu sendikal yapıda da ciddi sorunlar yaşanmasına neden olmuştur. Küreselleşme sürecinde sendikal yapının gittikçe zayıfladığı görülmektedir. Toffler sendikaların daha çok zanaat veya seri üretime göre tasarlanmış oldukları için , ya tümüyle değişmeleri ya da süper-sembolik ekonomiye uygun yeni örgütlenme biçimlerinin düşünülmesinin şart olduğunu belirtiyor. Sendikaların devam edebilmesi için işçileri tek bir kitle olarak düşünmekten vazgeçip , tek tek bireyler olarak düşünmeye başlamaları gerekir(s.88) Büyükuslu'da günümüzde sendikaların yeniden bir misyon yüklenmesi gerektiğinde sendikaların tüm işçilerin benzer çıkarlarını temsil eden bir örgüt olduğunu söylemenin yeterli olmayacağını belirtmektedir. 19.yüzyılın ve 20.yüzyılın işçi sınıfı tanımlamasıyla 21.yüzyılın çalışan prototipi farklılık arz etmektedir. Bir çok firma özellikle çalıştırdığı çekirdek işgücü için çok yeteneklilik ararken , bunları yan kullandığı işgücüne oranla "aristokrat çalışan" grubu olarak kategorize etme eğilimindedir(s.47). Sendikalar fordist üretim yapısının hakim olduğu, binlerce zaman zaman yüz binlerce işçinin aynı mekanda çalıştığı (General Motors, United Steel), üretimin dev fabrikalarda yapıldığı, mavi yakalı işçilerin hakim olduğu bir dönemde altın çağlarını yaşamışlardır. Bilgi ve enformasyon teknolojilerinin gelişimi, küçük işletmelerin artması, işsizlikte meydana gelen artış, iş piyasasında esnek çalışma şekillerinin uygulamalarının artması, işverenlerin sendikasızlaşma yönündeki tutumları bir çok ülkede sendikal hareketin krize girmesine neden olmuştur. Sanayi toplumunun alamet'i farikası olan dev fabrikaların ve fordist üretimin krizi sendikalarında krizini oluşturmuştur Enformasyon toplumunda değişen temel paradigmanın da endüstrisizleştirme oluşu doğal olarak sendikaları en çok etkileyen unsur olmaktadır. Çünkü bugün sorun artık tek başına liberal-muhafazakar ya da sosyal demokrat hükümet politikalarıyla da açıklamak mümkün değildir. Sorun çok daha derindir. Endüstri toplumunun geride kalma sürecine paralel olarak bu toplumun en önemli ürünlerinden olan sendikalar işlevsellikten uzaklaşmaya başlamışlardır. Dolayısıyla bu örgütler hızlı değişimin , farklılaşmanın, ve yeni işçilerin egemen olduğu toplumda varlıklarını sürdürmek istiyorlarsa gerek örgütsel yapılarında gerekse işlevlerinde farklılaşmaya gitmeleri gündeme gelmektedir(Bozkurt 20001,s.142) Keser'de küresel nitelikte algılama temeline oturmayan ve hele uluslararası planda örgütlenmeyen sendikal politikanın başarıya ulaşma şansının her geçen gün azaldığını belirtmektedir(cilt17,s.3). İşsizliğin artışı ve sendikaların güç kaybetmesi bir çok tehlikeli durumu da beraberinde getirmektedir. Geçmişte binlerce kişiyle aynı safta olan vasıfsız işçi şimdi yalnız ve tek başınadır. Bu durum özellikle işsiz kalmış ve yakın zamanda iş bulamayacak durumda olan vasıfsız emek üzerinde kitle eylemlerine yönelik potansiyel aday olma durumunu gündeme getirmektedir(Zencirkıran,s.19). Sendikalar vasıfsız işçiler için aidiyet duygusu sağlamaktaydı. Sendikaların zayıflaması ve işsizlikteki artış işçilerin yeni aidiyet alanları arayışına yol açmıştır. Ayrıca işsiz kalmış ve yakın zamanda iş bulamayacak durumda olan büyük bir kitle için geleceğe yönelik güvensizlik ve belirsizlik artmıştır. Bozkurt Küreselleşme sürecinin en çok tartışılan sonuçlarından birisinin gittikçe artan belirsizlik ve güvensizlik olduğunu belirtmektedir. Bu sadece gelir düzeyi düşük gruplar arasında değil, orta sınıflar arasında da giderek yaygınlaşıyor(2000b,s.101). Gittikçe artan belirsizlik ve güvensizlik kişilere aidiyet ve kimlik sağlama işlevi gören fundemantalist ve milliyetçi akımların güçlenmesini de beraberinde getirmektedir. Nitekim dünyada milliyetçi hareketlerin güçlenmesi , ırkçılık, dini hareketlerin artışı küreselleşme sürecinin ivme kazandığı gelişmelerdir. Küreselleşme sürecinde işsiz kalan ve ya gelecek belirsizliği ve ümitsizliği bulunan kesimler kendilerine parlak bir gelecek vaat eden büyük hayaller sunan söylemlere kolayca yönelebilmektedirler. Eşitsizliğin Küresel Düzeyde Artışı: Küreselleşme sürecinde özellikle gelişmiş ve az gelişmiş ülkeler arasında yaşanan gelir dağılımı adaletsizliği hem ülkeler , emde ülke içindeki gruplar açısından küreselleşmeye yönelik en önemli tehdidi oluşturmaktadır. 2000 yılı İnsani Kalkınma Raporuna göre en zengin %20 lik gelir grubu dünya gelirinin %86'sını , ortadaki %60'lık grup dünya gelirinin %13 ünü , en alt %20 lik grup ise dünya gelirinin %1 ini almaktadır. Yine mal ve hizmet ihracatındaki payı en zengin %20 nin %82 iken en alt %20'lik dilimim payı %1'dir(HDR,2000) Ekonomik küreselleşme gelir eşitsizliğini hem ülke içinde hem de ülkeler arasında dramatik olarak arttırmaktadır . Dünyanın zengin ülkelerinde yaşayan %20 üst gelir dilimiyle fakir ülkelerde yaşayan %20 lik alt kesim arasındaki gelir farkı 1960 yılında 30 kat iken bu oran 1997 'de 74 katına fırlamıştır. Dünyanın en zengin 200 insanı net kazancını 1994-1998 yılları arasında iki kat arttırarak 1 trilyon doların üstüne çıkarmışlardır. En zengin 3 milyarderin servetlerinin toplamı 600 milyondan fazla nüfusun yaşadığı az gelişmiş ülkelerin GDP' sinden daha fazladır.1970'den beri Amerika'da en üstteki %1 lik hane halkı ulusal gelirden aldığı payı iki kat artırmıştır. En üst %1 lik kesim halen alttaki %95 lik grupdan daha fazla zenginliğe sahiptir. Dünyanın en zengin kişisi olan Microsoft'un patronu Bill Gates 60 milyar doların üzerindeki serveti Ulusal gelirinin toplamı 60 milyar dolar civarı olan Kostarika, Panama, Honduras, Nikaragua, Brezilya,Jamaika ve Bolivya' nın ulusal gelirinden daha fazladır (Keynes,s.24). Özel, Eşitsizliğin küreselleşme sürecinin yavaşlamasına hatta belki de geriye döndürülmesine yol açabilecek en önemli sorun olduğunu belirtmektedir. Dahası bugünkü durumda elde eşitsizliğin giderilebilmesini sağlayacak yeterince araçta yok. Özel'e göre geçmişte kapitalizmin ehlileştirilmesinde önemli bir rol oynamış olan refah devleti uygulamalarına dönmekte kolay hatta mümkün değil(s.112). Bilgi ve enformasyon teknolojilerinin rekabette üstünlüğü yarattığı bir dönemde , yeni enformasyon teknolojilerini yaratan ve kullanan ülke ve grupların gelişmiş ülkeler olması ülkeler arasındaki eşitsizliği daha da arttırmaktadır. Nitekim 2000 İnsani Kalkınma Raporuna göre internet dünyadaki en zengin %20'nin internet kullanımındaki oranı %93,3 iken en fakir %20 sinde bu oran %0.2 dir. Dolayısıyla yakın gelecekte de eşitsizliğin giderilmesine yönelik büyük bir umut yok gibidir. Eşitsizliğin artışı bir çok ülkede , 1998 Endonezya örneğinde olduğu gibi sosyal patlamaları ve huzursuzlukları da beraberinde getirmektedir. Aynı zamanda gelişmiş ülkeler arasında ticari blokların oluşması ve bölgeselleşme iddiaları bu bloklar dışında kalan az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin durumunu daha da güçleştirmektedir. Thurow bölgesel ticari blokların var olduğu bir dünyada , ticari gruplardan birine üye olmayan gelişmekte olan bir ülkenin , malını satması giderek güçleştiğini ifade etmektedir. Pazar bulmak , bahşedilen bir imtiyaz değil , kazanılması gereken bir ayrıcalık durumundadır. Gelişmekte olan bir çok ülke dünyanın zengin pazarlarına girmek için görüşmeler yapmak zorunda kalacaktır. Peki ticari gruplarda istenmeyen ve yeterince önemli olmadığı için pazara girilmesine izin verilmeyen ülkelere ne olacaktır(1997b,s.100) .Thurow herkesin bu ticari gruplara alınmadığını ve özellikle dünyanın zayıf marjinal ekonomilerini (örneğin Sahra güneyindeki Afrika ülkeleri) kimsenin gruba dahil etmek istemeyeceğini belirtmektedir. Bu ülkelerin durumu gelir dağılımı ve yeni ekonomideki rolü açısından çok zor görünmektedir(1997b,s.100). Selamoğlu da bu konuya değinerek Küresel ekonominin , uluslararası sermayenin, sanayileşmiş ülkelerin ve özellikle küresel şirketlerin kuralları belirlediği ve piyasaları biçimlendirdiği adaletsiz bir yapılanma içerisinde olduğunu belirtmektedir. Ticaretin ve yatırımların büyük çoğunluğu sanayileşmiş ülkeler arasında gerçekleşmektedir. Küresel şirketler dünya ihracatının üçte birine hakim durumdadırlar(S.39). Küresel Şirket Ve Sermayenin Yükselişi; Ulus devletin Ve Finans Piyasalarının Krizi mi? Küreselleşmeye yöneltilen en büyük eleştirilerin ve yaşanan sorunların merkezinde çokuluslu sermayenin küreselleşme sürecinde kuralları koyduğu ve bu kurallar karşısında ulusal hükümetlerin politika oluşturmakta yetersiz kaldığıdır. Aynı zamanda enformasyon ağlarıyla finans piyasalarının birbirine bağlı olduğu bir küresel ekonomide uluslarüstü sermayenin çok kısa zamanda mevcut ülkeyi terketmesi Rusya ve Asya krizlerinde görüldüğü gibi Küresel krizlere neden olmaktadır. Dünya ihracatında önemli bir gücü elinde bulunduran küresel şirketlerin merkezi birkaç ülkede odaklanmaktadır. Aşağıdaki tabloda bu durum gözükmektedir: Dünyanın En büyük 500 Çokuluslu şirketi Kaynak: Fortune,The Fortune Global 500, August 4,1997 'den Adapte eden Rugman, Alan; Global Business,s 14 Enformasyon teknolojilerindeki gelişmeler , finans piyasalarındaki küresel iletişim, kambiyo rejimlerindeki liberalizasyon nedeniyle uluslarüstü sermayenin dünya finans piyasalarında kısa süreli giriş ve çıkışlar yapabilmesi , ulusal ve global krizlerin yaşanmasına imkan vermektedir.1997 Tayland, 1998 Endonezya ve de daha sonra yaşanan Rusya ve Brezilyada başlayıp global nitelik kazanan ve bütün dünyada finans borsalarında ve ekonomide krizler yaşanmasına neden olan krizler örnek olarak verilebilir. Uluslarüstü sermayenin ve çokuluslu şirketlerin yeni ekonomi nedeniyle mobilitesinin artması , bu şirketlerin kendisine en cazip imkanları sunan ülkelerde faaliyet göstermesine yol açmaktadır. Ülkenin gelişmesinde ve istihdam sorunlarının çözümünde yabancı sermayenin önemli bir rol oynaması ülkelerin çok uluslu şirketlere mali konularda cazip imkanlar sunmasına yol açmaktadır. Uluslar arası sermayenin ve küresel şirketlerin kuralları belirlediği ve piyasaları biçimlendirdiği küresel ekonomide sosyal politikaların ve maliyetlerinin sorumluluğunu üstlenen çıkmamaktadır. Her ne pahasına olursa olsun ekonomik gelişme hedeflenirken , sosyal gelişmenin ve adaletin göz ardı edilmesi eşitsizlik, yoksulluk ve dışlanma sorunlarının uluslar arası boyut kazanmasını hızlandırmaktadır. Dolayısıyla eğitim ve sağlık alanlarında sorunlar yaşanmakta, doğanın tükenme hızı artmakta , çevre sorunları şiddetlenmekte, uluslararası çalışma standartları aşınmakta, gerçek ücretlerde gerilemeler gözlenmekte, çocuk işçi istihdamı artmakta , işten çıkarmalar yoğunlaşmakta, işsizlik sorunu yapısallaşmakta, sosyal huzursuzluklar ve şiddet artmaktadır (Selamoğlu,s.40) Yeni küresel elektronik ekonomide , fon yöneticileri, bankacılar, büyük şirketler ve onların yanı sıra milyonlarca bireysel yatırımcı , büyük miktarda sermayeyi tek bir tuşu tıklayarak dünyanın bir ucundan öbür ucuna aktarabiliyorlar. Ve bu hareketleriyle , Asya'daki olaylarda seyrettiğimiz üzere , kaya gibi sağlam görünen ekonomilerin tüm istikrarını bozabiliyorlar(Giddens 2000b,s22). Yaşanan krizlerin bir çoğu çokuluslu şirketlerin ve uluslarüstü sermayenin kendilerine daha cazip imkanlar ve ortamlar ortaya koyan ülke ve finans piyasalarına gitmesinden kaynaklanmaktadır. Uluslarüstü sermayeye yapılan kısıtlamalar ülkeden çokuluslu şirket ve sermeyenin kaçmasına neden olmaktadır. Thurow hükümetlerin iş dünyasına düzenlemeler getirdiği dönem sona erdiğini belirtiyor. Faaliyetler için artık düzenleme getirilmeyen yerler seçilirken, çoğu kez insanların yer değiştirmesi gerekmiyor. Sigorta ve finans faaliyetleri Bahama'larda veya Bermuda ' da elektronik olarak gerçekleştirilirken, bunları yapanlar New York veya Londra'daki bürolarında oturmaya devam ediyorlar(1997b,s.107). Ulagay'da uluslararası finans sisteminin , tüm sırlarını kimsenin bilmediği karmaşık bir yapı oluşturmuş durumda olduğunu ifade ediyor. Dünyanın dört bir yanından çok sayıda oyuncunun katıldığı bu karmaşık yapı içinde bundan sonra ne olacağını kimse tam olarak bilemiyor. Bu durum oyuncularda korku ve panik yaratıyor ve buda sistemin krizden çıkmasını zorlaştırıyor(1999,s.48) Çok Uluslu Sermaye ve Finans Piyasası Krizleri Karşısında Mevcut Yapıların Yetersizliği:Küresel Düzeyde Yeni Kurumların Oluşum İhtiyacı Küresel düzeyde yaşanan gelir dağılımı eşitsizlikleri ve uluslarüstü sermayenin neden olduğu küresel krizleri giderecek ve oluşan küresel piyasaların kurallarını koyacak ulusal ve uluslarüstü kurumlara yönelik ciddi tartışmalarda devam etmektedir. Ulusal hükümetlerin uluslarüstü sermaye ve çokuluslu şirketler karşısında politika oluşturmada yetersiz kalmasına karşın dünya finans piyasalarında yaşanan krizi engelleyebilecek küresel düzeyde kurumlarda henüz oluşmuş değil. Nitekim Giddens Dünya Bankası , IMF ve GATT gibi kurumların günümüzdekilerle değil, 1920'li ve 1930'lu yıllarda ortaya çıkan ekonomik krizlerle baş etmek üzere kurulmuş teşkilatlar olduğunu belirtmektedir. Bretten Woods -GATT sistemi ticareti kısıtlayıcı politikalar ve felaket dönemi olarak bilinen - Büyük Kriz'in de dahil olduğu 1. Dünya savaşı sonrasında ortaya çıkan ekonomik krizlerden kaçınmak için uygulamaya sokulmuştur(2000a,s.167). Mevcut kurumlar günümüzde finans piyasalarında yaşanan krizlere çözüm bulamamaktadırlar. Uluslarüstü sermayenin kontrol edilememesi ve tek tuşla bulunulan ülkeyi terk edebilme mobilitesinin yüksekliği önümüzdeki dönem küresel düzeyde tartışılacak en önemli konulardan birini oluşturacaktır. Çözüm olarak önerilen uluslar arası para hareketlerinin uluslar arası vergilendirmeyle kontrol altına alınması ve yabancı sermayeye belli koşullarda izin verilmesi gibi yöntemlerin uygulanabilirliği ülkeler arasındaki eşitsizlikler de dikkate alındığında mümkün gözükmemektedir. Küreselleşme süreciyle birlikte ulus devletin konumuna yönelik tartışmalarda şiddetlenmektedir. Ulus devletin hükümet etme ve ekonomik kuralları koymasında uluslarüstü karar mekanizmaları ve çokuluslu şirketleri dikkate alarak politikalar izlediği tartışılmaktadır. Yeni dünya düzeninde ulusal sınırlara bağımlı olmayan kurumlar , uluslarüstü şirketler, uluslararası niteliği bulunan toplumsal örgütler ve düzenleyici kurumların önem kazanması, sistemi salt devlet odaklı olmaktan çıkartmaktadır (Ulagay 2000,s.108).Giddens'a göre Uluslar kalıcıdır ve görülebilir gelecekte de dikkate değer yönetimsel, ekonomik ve kültürel güç, vatandaşları üzerinde ve uluslar arası arenada kalıcılıklarını devam ettireceklerdir. Bununla beraber, uluslar ancak diğerleriyle ve uluslarüstü gruplar ve birliklerle işbirliği halinde , kendi yerelliklerini ve bölgelerinde sık sık böylesi güçleri ellerinde bulundurabilecek- lerdir. Yine de 'devlet' , 'ulusal hükümetle' daha az tanımlanmakta ve daha geniş kapsamda ele alınmaktadır. 'hükümet etme' (governance) yönetici yada düzenleyici kapasitenin bazı şekilleri anlamında daha ilişkili bir kavram olmaktadır. Ya herhangi bir hükümetin parçası olmayan - hükümet dışı organizasyonlar- ya da uluslarüstü bir karaktere sahip olan aracılar hükümet etmeye yardımcı olmaktadır(2000a ,s.44). İnsani Kalkınma Raporunda da ulusal hükümetlerin üstünde bir otorite olarak Dünya Ticaret Örgütü., bir çok ülkeden daha büyük bir ekonomik güce sahip olan çok uluslu şirketler, küresel gönüllü kuruluşlar (NGOs) ve ulusal sınırları aşan diğer gruplar küreselleşme sürecindeki yeni aktörler olarak ifade edilmiştir(HDR 2000). Kuralları koymada artık Ulus devletler yalnız değildir, ve bir çok kurum , örgüt ve şirketler de bu kararların oluşum sürecinde önemli rol oynamaktadır. Baumann komünist bloğun çökmesinden önce oluşan güç politikasının , dünyayı bölerek , bütünsellik imgesini yaratmayı başardığını belirtmektedir. Baumann komünist bloğun çökmeden önce paylaşılan dünyanın " şeylerin küresel düzlemi" içinde , yani iki güç kampı arasındaki çatışma ve -sonsuza dek güvenilmez kalsa da- titizlikle korunan denge içinde , yerkürenin her köşesine ve her parçasına anlamını vererek bütünleştiğini ifade etmektedir. Büyük bölünmenin yoldan çekilmesiyle , dünya artık bir bütünlük arz etmemekte ve kestirilmesi güç yerlerde peydah olan , kimsenin gerçekten yakalayacağını bilmediği ivmeler kazanan dağınık ve oransız bir güçlerin arenasına benzemektedir(s.68-69) Merkezin ve hakim gücün olmadığı kaos içinde bulunulan bir durum yaşanmaktadır. Geçmişte düzenin hakim olduğu , kişi, kurum ve ülkelerin saflarının belli olduğu bir yapıdan, kontrolün ve belirliliğin olmadığı bir dünyaya geçiş. İnsanları karamsarlığa iten, fundementalist ve milliyetçi hareketleri güçlendiren bir gelecek korkusu yaşanmaktadır. Nitekim Bauman şimdi en çok özlemi çekilen şeyin - ister iyice temellendirilmiş isterse yanılsama olsun - kontrolün elimizde olduğu varsayımı olduğunu belirtmektedir(s.68) Nitekim kontrolün tekrar ele geçirilmesine yönelik olarak hem akademik düzeyde hem de siyasetçiler arasında bir çok çözüm önerileri ortaya atılmaktadır. Merkez solun 14 lideri, ABD başkanı Clinton ve 140 akademisyenin katıldığı Berlin'de yapılan "21.Yüzyıl için Modern Yönetimler " başlıklı konferansta vahşi kapitalizmin başıboş bırakılmaması , serbest piyasalara olan inançlarına rağmen ekonomide devlet elinin bulunması gerektiğine yönelik inançlarını dile getirdiler. Yayınlanan bildiri de piyasa ekonomilerinin , sosyal sorumluluklarla birleştirilmesi gerektiğine , uzun vadeli istikrarın sağlanması ve işsizliğin önlenmesinin bu şekilde mümkün olacağı belirtildi(Yenibinyıl,s.18) Çözüm Önerileri Üzerine Özellikle son dönemde finans piyasalarında yaşanan ve etkileri global düzeyde görülen krizlerin engellenmesine yönelik olarak ciddi arayışlar söz konusu.Küresel düzeyde kuralların ve kurumların oluşturulmasında ciddi bir belirsizlik var. Bu konuda ulus devletler tek başlarına yetersiz kalmaktadır.Nitekim çokuluslu sermaye ulusal engellerle karşılaştığında kendisine çok daha cazip imkanlar sunan başka bir ülkeye çok hızlı bir şekilde gidebiliyor. Dünya Bankası, IMF, Dünya Ticaret Örgütü gibi kurumlar da Uluslar arası krizlere çözüm bulmada ve kuralları oluşturmada çok yetersiz kalmaktadır.Küresel bir yönetişimin kurulması ve ülkelerin küresel düzeyde belli konularda işbirliği yapması küresel kuralların oluşturulmasında ve krizlerin çözümlenmesinde getirilen bir öneri. Ama yakın bir dönemde Küresel yönetişimin etkin bir şekilde kurulması mümkün görünmemektedir. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki gelişmişlik farkı ve eşitsizliğin giderek artması ülkeler arasında küreselleşmeye tepkileri arttırmaktadır. Enformasyon teknolojilerini kullananların küreselleşme sürecinde avantaj kazanması ve bu teknolojilere ve alt yapıya sahip ülkelerin gelişmiş ülkeler olması aradaki gelişmişlik farkını açmaktadır. Küreselleşme sürecinde gelişmiş ülkelerde de az gelişmiş ülkelerde de bu sürece tepkiler yükselmekte ve içe kapanmaya yönelik sesler gelmektedir. Milliyetçi partilerin ve ırkçı hareketlerin yükselişine bu süreçte tanık olunmaktadır. Gelişmiş ülkelerden az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere ülkelere yönelik olarak dolaylı ve doğrudan yardımların artması küresel huzursuzlukları azaltmada izlenebilecek bir yoldur. Ve bunun örnekleri de son dönemde sıkça görülmektedir. Buna rağmen özellikle bu süreçte hem sermaye hem de teknoloji ve insan gücü açısından çok geride bulunan bir çok Afrika ve üçüncü dünya ülkesinin durumu karamsar gözükmektedir. Küreselleşme sürecinde çokuluslu şirketlerin etkisi ve de rekabette avantaj sağlamanın bir yolu olarak sosyal politika tedbirlerinin özellikle gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerde dikkate alınmadığı bilinmektedir. Küresel düzeyde ortak çalışma standartları oluşturulmasına yönelik ciddi politikalar izlenmekte ve kararlar alınmaktadır. Ama ülkeler arasında faktör fiyatları arasındaki dengesizlik ve az gelişmiş ve gelişmiş ülkelerde bulunan yüksek işsizlik oranları ve açlık sınırında bulunan milyonlarca insan bu ortak çalışma standartlarının uygulanmasını mümkün kılmamaktadır. Ülkeler arasında faktör fiyatları arasındaki dengesizlik ve az gelişmiş ve gelişmiş ülkelerde bulunan yüksek işsizlik oranları bu ortak çalışma standartlarının uygulanmasını mümkün kılmamaktadır. Gelişmekte olan ülke kendilerine dayatılan çalışma standartlarını gelişmelerinin önüne engel olarak konulduğunu düşünerek reddetmektedir. Yakın zamanda da küresel düzeydeki faktör fiyatları arasındaki büyük dengesizlik nedeniyle sosyal politika açısından küresel standartların izlenmesi ve bunu izlemeye yönelik ciddi yaptırımları uygulatabilecek küresel kurumların oluşması mümkün görünmemektedir. İstihdamdaki dönüşümlerin devam etmesi , artık hayat boyu süren işlerin ortadan kalkması önümüzdeki dönemde de işsizlik sorununun devam etmesine ve yeni iş imkanlarının ortaya çıkmasına neden olacaktır. Sürekli öğrenme, ülke , kurum ve kuruluşlar açısından rekabette avantajın temel
Diğer ID | JA25AT77RE |
---|---|
Bölüm | Makaleler |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 1 Mart 2001 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2001 Cilt: 3 Sayı: 1 |