Planlamamıştım; sadece düşünüp tasarlamıştım. Eğitim Yönetimi Dergisi'nin bu sayısında iki güncel konuyu; 1. Öğretim takvimlerinin iller tarafından hazırlanmasının gerekliliğini; 2. Ortaöğretim son sınıf öğrencilerinin hastalıklı ve raporlu konumlarını, meslektaşlarımla konuşmak, paylaşmak istemiştim. Planlamıştım demiyorum, sadece düşünmüş, tasarlamıştım. Çünkü yaşamın bir karmaşa (kaos) olduğunu ve geleneksel planlama yöntemlerinin bu karmaşayı yönetmekte yetersiz kaldığını öğrendim artık. Bu nedenle paylaşmayı tasarladığım konuların güncelliğini yitirmediğini, ancak kaotik bir ortamda akışkan bir biçimde varlığını sürdürmekte olduğuna da inanıyorum. 17 Ağustos 1999 günü saat 03.02 de DEPREM OLDU. Düşüncelerim; tasarılarım, duygularım değişti. Doğanın gücü bir anda tüm enerji kaynaklarımızı, iletişim ve ulaşım olanaklarımızı kesti, susturdu, tıkadı. Bu doğal yıkımda da, genel ölçütleri aşan boyutta can ve mal yitirdik. Herkes kendi yaşantılarının biçimlendirdiği düşünce kalıpları, değer yargıları içinde durumu, ve olayları açıklamaya yorumlamaya çalışıyor. Korku, güçsüzlük, isyan, direnç, kaygı, kaçış iç içe birlikte yaşandı ve yaşanıyor. Uğultu, toz duman, yıkıntılar arasında başını kaldırabilenler, “devlet”i anımsadılar. “Güçlü millet, güçlü devlet”, “millet devlet elele” öğretilerini hiç unutmamışlardı zaten. Yıkıntılar altındakiler, birileri tarafından kurtarılanlar, yaralılar ve kurtulanlar önce ellerini, ellerinin yalnızlığını gördüler. Haklı bir burukluğu gömdüler içlerine ve ”Millet devlet elele” ünlemelerini anımsadılar. Birey ne kadar güçlü olduğunu, gücünü kullanmak zorunda kaldığı zaman anlar. Gerçek gücümüz, ortaya koyabildiğimiz güçten daha fazla değildir. Madde boyutunda örneğin otomobilinizin gücünü yokuşta, ağır yük altında sınama olanağınız vardır; ancak o zamana kadar beklemeye gerek yok; iyi bir uzman kuruluş bu konuda sizi hemen bilgilendirebilir. Bu yolla aracınızın, gücünü bilip, eylemlerinizi bu boyutta tasarlamanız olanaklıdır. Benzer bir irdeleme yönetim için de geçerlidir. “Devletimiz güçlüdür !” Doğrudur ve öyle olmalıdır. Ancak bunu sözel olarak kesintisiz yinelemek, yazmak ya da yönetimin güçlü olduğuna inanmayı bir dayatma olarak benimsemek devletin gerçek gücünü değiştirmez. Devletin gerçek gücü de böylesi zamanlarda ortaya koyduğu güç kadardır. Böylesi beklenmedik veya zor durumlarda devletten beklenen, gücünü eylem olarak ortaya koyarak kanıtlamak; eski deyimi ile “kuvveden fiile çıkmak” tır . Örneğin deprem öncesinde tüm devlet ve özel kesim kuruluşlarında “sivil savunma” planları, dosyaları, “mevzuata uygun ve tam” olarak düzenlenmişti. Hatta zaman zaman bir tür saman alevi çevresinde “tatbikatlar” (uygulamalar) bile yapılmıştı. Bürokratik boyutta her şey tamamdı. Bir sabaha doğru devletin kağıt üzerindeki tüm gücü, çetin bir sınava tabi tutuldu. Her şey yerinden oynadı, döküldü, kırıldı ve güce olan inanışları değiştirdi. Ortaya çıkan sonucu bütünde algılamak ve kendi uzmanlık alanımda çözümlemek amacıyla, eğitim deprem ilişkisini bilenlere danıştım; öğretmenlerime sordum. Bana ilköğretim okulları 5. Sınıf sosyal bilgiler kitabının 119-120 ve 129-130 sayfalarını okumamı salık verdiler. İlköğretim okullarının 5. Sınıflarında yarının yurttaşlarına, yöneticilerine ve deneticilerine “Depremler ve Korunma Yolları” okutuluyor. İlköğretimi bitirenlerin bu konuları ne kadar öğrenip öğrenmediklerini değerlendirmenin tam zamanı. Bu nedenle bu konuya ilişkin bir gezi gözlem ve uygulama da yapılmazmış. Fen liseleri ya da üniversite sınavlarında genellikle “deprem konusundan” soru çıkmazmış. Müfredata konulmuş ve okutuluyor, hepsi o kadar. Sözü edilen ders kitabında yazılanlar, bir bakıma çocuklarımızın, yarının yurttaşlarının yönetici ve deneticilerinin öğrenmesini öngördüklerimiz şunlar: ( Kaynak: Şenünver ve Diğerleri, İlköğretim Okulu Sosyal Bilgiler 5 Milli Eğitim Basımevi İstanbul 1998) “Yer yuvarlağının dışını örten yer kabuğu, çeşitli nedenlerle sarsılır. Zaman zaman yeryüzünde kendini belli eden kısa süreli bu sarsıntılara deprem denir. Depremin süresi ve şiddeti, özel bir aletle belirlenir. Buna sismograf denir. Depremler, bazen hafif, bazen de çok şiddetlidir. Çok şiddetli depremlerde toprak çatlar ve derin yarıklar oluşur. Köprüler ve barajlar yıkılır, sel baskınları olur. Ayrıca köyler ve kentlerdeki binalar yıkılır, yangınlar çıkar, bir çok canlı yaşamını yitirir. Nitekim yakın bir geçmişte yurdumuzda meydana gelen Erzincan, Dinar ve Adana'daki depremlerde pek çok vatandaşımız yaşamını yitirmiş ve büyük maddi zararlar meydana gelmiştir. Resim 82: Dinar depreminden sonraki bir görünüş Türkiye, yeryüzünün önemli deprem kuşağı üzerindedir. Bu yüzden yurdumuzda zaman zaman şiddetli depremler meydana gelir. Depremlerin nerede ve ne zaman olacağı önceden bilinmediğinden, en azından vereceği zararları azaltmak için bazı tedbirlerin alınması gerekmektedir. (bk. Okuma parçası 5) . Buna göre; Ø Depremin sık olduğu yerlerde, binaların temeli gevşek ve yumuşak topraklar üzerine değil, sert topraklar ve kayalar üzerine oturtulmalıdır. Ø Binalar betonarme veya ahşaptan yapılmalıdır. Ø Deprem bölgelerinde binaların iki kattan fazla olmamasına dikkat edilmelidir. Ø Okuma Parçası – 3 (5) DEPREM DEPREM, doğal bir afettir. Yerin birden şekil değiştirmesi, kırılması, kayması, çökmesi şeklinde ortaya çıkar. Can ve mal güvenliği için evlerimizi, Deprem Yapı Yönetmeliği'nde belirtilen esaslara uygun yapmalıyız. Buna göre; Evler depreme dayanıklı malzeme ile yapılmalı; gevşek yapılı ve çok meyilli yerlere yapılmamalıdır. İşte yurttaş yetiştirme sürecinde (ilköğretimde) bireyin yaşamını korumak, mutluluğunu geliştirmek için okul ortamında verdiğimiz bilgilerin kapsamı yukarıdaki dokümandan anlaşılmaktadır. Bütün bu sözde eğitim girişimlerinin ardından deprem yerlerindeki yurttaşların, yönetici ve deneticileri düşünce sistemlerine tutum, davranış ve uygulamalarına bakıp, İlim ilim bilmektir, İlim kendin bilmektir. Ya sen kendin bilmezsin Bu nice okumaktır. diyesi geliyor insanın. Deprem sırasında Sayın Milli Eğitim Bakanımız, bölgede kaldı uzun süre. Her zamanki medyatik ortamda söylemlerini sınırlı tutmak özelliğini korumaya özen gösterdi. Sadece basın mensuplarının “okullar ne zaman açılacak?” sorusuna, nedense kesin tarihler belirterek cevap vermeye çalıştı. Sayın Bakanın okulların “zamanında” açılmasını devletin prestijinin, yönetimin başarısının bir göstergesi gibi algılamış olması doğaldır. Okulların açılışları konusunda bir karmaşa yaşandı. Karmaşayı yönetmek yeterliliği olan yöneticilerin merkez ve taşra örgütlerinde sayılarının sınırlı olması nedeniyle, okul müdürünün, ilçe milli eğitim müdürünün, kaymakamın, il milli eğitim müdürünün özellikle valinin verebileceği bir kararı, okulların öğretime açılması açılmaması kararını 56. Hükümetin Başkanı, Başbakan verdi. Bu uygulamayı merkeziyetçiliğin gereği, Türkiye gerçeklerinin gerekliliği olarak değerlendirmek mümkündür. Eğer bir sistemde iyi yetişmiş yetkin inisiyatif sahibi yöneticilerin sayısı yetersiz ise, yetkililerin merkezde toplanması ussal bir karardır. Ne var ki bu modelde taşrada yönetici yetişmesinin de önü kapanmış olacaktır. Aslında okulların öğretime ne zaman başlayacakları da pek önemli değil. Önemli olan öğretime başladığımız gün, çocuklara ne söyleyeceğiz ? Onların sorularına nasıl cevap vereceğimizdir. Sanırım ki onlar bize “Öğretmen, depremi ölçen aracın adı nedir ?” vb. sorular sormayacaklar. Onlar, Öğretmenim bize; “Türkiye, yeryüzünün önemli deprem kuşağı üzerindedir. Bu yüzden yurdumuzda zaman zaman şiddetli depremler meydana gelir. Depremdeki mal ve can kayıplarını azaltmak için 1. Binaların temeli gevşek ve yumuşak topraklar üzerine değil, sert topraklar ve kayalar üzerine oturtulmalıdır. 2. Binalar betonarme veya ahşaptan yapılmalıdır. 3. Deprem bölgelerinde binaların iki kattan fazla olmamasına dikkat edilmelidir.” demiştiniz. Bunlar neden uygulanmadı? Burada, okullarda, okuduklarımız yaşamımızda uygulanmayacaksa neden bize okutuyorsunuz ?, Neden yetişkin, yetkin büyüklerimiz bu konularda sorumluluklarını yerine getirmediler?” derlerse ne cevap verecek öğretmenlerimiz. Siz ne cevap vereceksiniz ? merkeziyetçiler”? Beklenmedik olaylar, savaşlar, yıkımlar negatif durumları pozitif enerjiye çevirebilecek fırsatlar olarak da değerlendirilebilir. İkinci dünya savaşında yakılıp yıkılan ülkeler bugün sosyal ve ekonomik boyutta ulaşmaya çalıştığımız modelleri gerçekleştirdiler. Kriz, ulusal boyutta yeni oluşumlar, değişimler için en uygun durumlardır. Şimdi, hemen tüm kurumlarda olduğu gibi Milli Eğitim Bakanlığı'nın da bir “kriz masası” oluşturulmuş durumda. Dileğim odur ki bu masa en son depreme kadar görevine devam etsin. Çünkü eğitim sisteminin içinde bulunduğu durum için uygun bir yönetim biçimidir. Sarsıntılar sırasında hemen sokaklara, bahçelere çıkılmalıdır. Buna olanak yoksa ev içinde kapı boşlukları veya kirişlerin altlarına sığınılmalıdır.
Planlamamıştım; sadece düşünüp tasarlamıştım. Eğitim Yönetimi Dergisi'nin bu sayısında iki güncel konuyu; 1. Öğretim takvimlerinin iller tarafından hazırlanmasının gerekliliğini; 2. Ortaöğretim son sınıf öğrencilerinin hastalıklı ve raporlu konumlarını, meslektaşlarımla konuşmak, paylaşmak istemiştim. Planlamıştım demiyorum, sadece düşünmüş, tasarlamıştım. Çünkü yaşamın bir karmaşa (kaos) olduğunu ve geleneksel planlama yöntemlerinin bu karmaşayı yönetmekte yetersiz kaldığını öğrendim artık. Bu nedenle paylaşmayı tasarladığım konuların güncelliğini yitirmediğini, ancak kaotik bir ortamda akışkan bir biçimde varlığını sürdürmekte olduğuna da inanıyorum. 17 Ağustos 1999 günü saat 03.02 de DEPREM OLDU. Düşüncelerim; tasarılarım, duygularım değişti. Doğanın gücü bir anda tüm enerji kaynaklarımızı, iletişim ve ulaşım olanaklarımızı kesti, susturdu, tıkadı. Bu doğal yıkımda da, genel ölçütleri aşan boyutta can ve mal yitirdik. Herkes kendi yaşantılarının biçimlendirdiği düşünce kalıpları, değer yargıları içinde durumu, ve olayları açıklamaya yorumlamaya çalışıyor. Korku, güçsüzlük, isyan, direnç, kaygı, kaçış iç içe birlikte yaşandı ve yaşanıyor. Uğultu, toz duman, yıkıntılar arasında başını kaldırabilenler, “devlet”i anımsadılar. “Güçlü millet, güçlü devlet”, “millet devlet elele” öğretilerini hiç unutmamışlardı zaten. Yıkıntılar altındakiler, birileri tarafından kurtarılanlar, yaralılar ve kurtulanlar önce ellerini, ellerinin yalnızlığını gördüler. Haklı bir burukluğu gömdüler içlerine ve ”Millet devlet elele” ünlemelerini anımsadılar. Birey ne kadar güçlü olduğunu, gücünü kullanmak zorunda kaldığı zaman anlar. Gerçek gücümüz, ortaya koyabildiğimiz güçten daha fazla değildir. Madde boyutunda örneğin otomobilinizin gücünü yokuşta, ağır yük altında sınama olanağınız vardır; ancak o zamana kadar beklemeye gerek yok; iyi bir uzman kuruluş bu konuda sizi hemen bilgilendirebilir. Bu yolla aracınızın, gücünü bilip, eylemlerinizi bu boyutta tasarlamanız olanaklıdır. Benzer bir irdeleme yönetim için de geçerlidir. “Devletimiz güçlüdür !” Doğrudur ve öyle olmalıdır. Ancak bunu sözel olarak kesintisiz yinelemek, yazmak ya da yönetimin güçlü olduğuna inanmayı bir dayatma olarak benimsemek devletin gerçek gücünü değiştirmez. Devletin gerçek gücü de böylesi zamanlarda ortaya koyduğu güç kadardır. Böylesi beklenmedik veya zor durumlarda devletten beklenen, gücünü eylem olarak ortaya koyarak kanıtlamak; eski deyimi ile “kuvveden fiile çıkmak” tır . Örneğin deprem öncesinde tüm devlet ve özel kesim kuruluşlarında “sivil savunma” planları, dosyaları, “mevzuata uygun ve tam” olarak düzenlenmişti. Hatta zaman zaman bir tür saman alevi çevresinde “tatbikatlar” (uygulamalar) bile yapılmıştı. Bürokratik boyutta her şey tamamdı. Bir sabaha doğru devletin kağıt üzerindeki tüm gücü, çetin bir sınava tabi tutuldu. Her şey yerinden oynadı, döküldü, kırıldı ve güce olan inanışları değiştirdi. Ortaya çıkan sonucu bütünde algılamak ve kendi uzmanlık alanımda çözümlemek amacıyla, eğitim deprem ilişkisini bilenlere danıştım; öğretmenlerime sordum. Bana ilköğretim okulları 5. Sınıf sosyal bilgiler kitabının 119-120 ve 129-130 sayfalarını okumamı salık verdiler. İlköğretim okullarının 5. Sınıflarında yarının yurttaşlarına, yöneticilerine ve deneticilerine “Depremler ve Korunma Yolları” okutuluyor. İlköğretimi bitirenlerin bu konuları ne kadar öğrenip öğrenmediklerini değerlendirmenin tam zamanı. Bu nedenle bu konuya ilişkin bir gezi gözlem ve uygulama da yapılmazmış. Fen liseleri ya da üniversite sınavlarında genellikle “deprem konusundan” soru çıkmazmış. Müfredata konulmuş ve okutuluyor, hepsi o kadar. Sözü edilen ders kitabında yazılanlar, bir bakıma çocuklarımızın, yarının yurttaşlarının yönetici ve deneticilerinin öğrenmesini öngördüklerimiz şunlar: ( Kaynak: Şenünver ve Diğerleri, İlköğretim Okulu Sosyal Bilgiler 5 Milli Eğitim Basımevi İstanbul 1998) “Yer yuvarlağının dışını örten yer kabuğu, çeşitli nedenlerle sarsılır. Zaman zaman yeryüzünde kendini belli eden kısa süreli bu sarsıntılara deprem denir. Depremin süresi ve şiddeti, özel bir aletle belirlenir. Buna sismograf denir. Depremler, bazen hafif, bazen de çok şiddetlidir. Çok şiddetli depremlerde toprak çatlar ve derin yarıklar oluşur. Köprüler ve barajlar yıkılır, sel baskınları olur. Ayrıca köyler ve kentlerdeki binalar yıkılır, yangınlar çıkar, bir çok canlı yaşamını yitirir. Nitekim yakın bir geçmişte yurdumuzda meydana gelen Erzincan, Dinar ve Adana'daki depremlerde pek çok vatandaşımız yaşamını yitirmiş ve büyük maddi zararlar meydana gelmiştir. Resim 82: Dinar depreminden sonraki bir görünüş Türkiye, yeryüzünün önemli deprem kuşağı üzerindedir. Bu yüzden yurdumuzda zaman zaman şiddetli depremler meydana gelir. Depremlerin nerede ve ne zaman olacağı önceden bilinmediğinden, en azından vereceği zararları azaltmak için bazı tedbirlerin alınması gerekmektedir. (bk. Okuma parçası 5) . Buna göre; Ø Depremin sık olduğu yerlerde, binaların temeli gevşek ve yumuşak topraklar üzerine değil, sert topraklar ve kayalar üzerine oturtulmalıdır. Ø Binalar betonarme veya ahşaptan yapılmalıdır. Ø Deprem bölgelerinde binaların iki kattan fazla olmamasına dikkat edilmelidir. Ø Okuma Parçası – 3 (5) DEPREM DEPREM, doğal bir afettir. Yerin birden şekil değiştirmesi, kırılması, kayması, çökmesi şeklinde ortaya çıkar. Can ve mal güvenliği için evlerimizi, Deprem Yapı Yönetmeliği'nde belirtilen esaslara uygun yapmalıyız. Buna göre; Evler depreme dayanıklı malzeme ile yapılmalı; gevşek yapılı ve çok meyilli yerlere yapılmamalıdır. İşte yurttaş yetiştirme sürecinde (ilköğretimde) bireyin yaşamını korumak, mutluluğunu geliştirmek için okul ortamında verdiğimiz bilgilerin kapsamı yukarıdaki dokümandan anlaşılmaktadır. Bütün bu sözde eğitim girişimlerinin ardından deprem yerlerindeki yurttaşların, yönetici ve deneticileri düşünce sistemlerine tutum, davranış ve uygulamalarına bakıp, İlim ilim bilmektir, İlim kendin bilmektir. Ya sen kendin bilmezsin Bu nice okumaktır. diyesi geliyor insanın. Deprem sırasında Sayın Milli Eğitim Bakanımız, bölgede kaldı uzun süre. Her zamanki medyatik ortamda söylemlerini sınırlı tutmak özelliğini korumaya özen gösterdi. Sadece basın mensuplarının “okullar ne zaman açılacak?” sorusuna, nedense kesin tarihler belirterek cevap vermeye çalıştı. Sayın Bakanın okulların “zamanında” açılmasını devletin prestijinin, yönetimin başarısının bir göstergesi gibi algılamış olması doğaldır. Okulların açılışları konusunda bir karmaşa yaşandı. Karmaşayı yönetmek yeterliliği olan yöneticilerin merkez ve taşra örgütlerinde sayılarının sınırlı olması nedeniyle, okul müdürünün, ilçe milli eğitim müdürünün, kaymakamın, il milli eğitim müdürünün özellikle valinin verebileceği bir kararı, okulların öğretime açılması açılmaması kararını 56. Hükümetin Başkanı, Başbakan verdi. Bu uygulamayı merkeziyetçiliğin gereği, Türkiye gerçeklerinin gerekliliği olarak değerlendirmek mümkündür. Eğer bir sistemde iyi yetişmiş yetkin inisiyatif sahibi yöneticilerin sayısı yetersiz ise, yetkililerin merkezde toplanması ussal bir karardır. Ne var ki bu modelde taşrada yönetici yetişmesinin de önü kapanmış olacaktır. Aslında okulların öğretime ne zaman başlayacakları da pek önemli değil. Önemli olan öğretime başladığımız gün, çocuklara ne söyleyeceğiz ? Onların sorularına nasıl cevap vereceğimizdir. Sanırım ki onlar bize “Öğretmen, depremi ölçen aracın adı nedir ?” vb. sorular sormayacaklar. Onlar, Öğretmenim bize; “Türkiye, yeryüzünün önemli deprem kuşağı üzerindedir. Bu yüzden yurdumuzda zaman zaman şiddetli depremler meydana gelir. Depremdeki mal ve can kayıplarını azaltmak için 1. Binaların temeli gevşek ve yumuşak topraklar üzerine değil, sert topraklar ve kayalar üzerine oturtulmalıdır. 2. Binalar betonarme veya ahşaptan yapılmalıdır. 3. Deprem bölgelerinde binaların iki kattan fazla olmamasına dikkat edilmelidir.” demiştiniz. Bunlar neden uygulanmadı? Burada, okullarda, okuduklarımız yaşamımızda uygulanmayacaksa neden bize okutuyorsunuz ?, Neden yetişkin, yetkin büyüklerimiz bu konularda sorumluluklarını yerine getirmediler?” derlerse ne cevap verecek öğretmenlerimiz. Siz ne cevap vereceksiniz ? merkeziyetçiler”? Beklenmedik olaylar, savaşlar, yıkımlar negatif durumları pozitif enerjiye çevirebilecek fırsatlar olarak da değerlendirilebilir. İkinci dünya savaşında yakılıp yıkılan ülkeler bugün sosyal ve ekonomik boyutta ulaşmaya çalıştığımız modelleri gerçekleştirdiler. Kriz, ulusal boyutta yeni oluşumlar, değişimler için en uygun durumlardır. Şimdi, hemen tüm kurumlarda olduğu gibi Milli Eğitim Bakanlığı'nın da bir “kriz masası” oluşturulmuş durumda. Dileğim odur ki bu masa en son depreme kadar görevine devam etsin. Çünkü eğitim sisteminin içinde bulunduğu durum için uygun bir yönetim biçimidir. Sarsıntılar sırasında hemen sokaklara, bahçelere çıkılmalıdır. Buna olanak yoksa ev içinde kapı boşlukları veya kirişlerin altlarına sığınılmalıdır.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | Makaleler |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 1 Ekim 1999 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 1999 Cilt: 19 Sayı: 19 |