Son altı aydır Türkiye eğitim sistemi en dirik (dinamik) dönemlerinden birini yaşıyor. Geçmiş yıllarda iktidar değişmeleri sonrasında genelde salt Ankara`nın havası ısınırdı. Başkent toz duman içinde kalır, daha çok merkezi yönetimin ateşi yükselirdi. Bu kez karşıt bir durum yaşandı. Ankara hapşırdı taşra nezle oldu. Geçmişte bu hareketliliğin nedeni, büyük ölçüde "kadro değişmeleri" ile sınırlı kalırdı. Bu eylemlerde yönetim, "nöbet değişimi" tanımlaması ile eylemin içtenliğini ve bütünlüğü vurgulamaya çalışırken, karşısında olanlar, seçkin, yetişmiş bürokrat kadronun "kıyım"ından söz ederdi. Bu kez sanki farklı bir durum ve buna bağlı farklı gerekçeler geçerli. Sekiz yıllık kesintisiz eğitim, Cumhuriyet döneminin en büyük eğitim reformu biçiminde sunulmaktadır. Ancak, kapsamı ve uygulaması, bilimsel olarak çözümlendiğinde, örgütün amaç, hatta bir bakıma yapısal boyutunda teknik ve yöntem bakımından tartışılabilecek nitelikte bir değişmeden öte bir kapsamı yoktur. Ne var ki; yönetim, haklı olarak "reform" niteliğindeki bu değişmeye inançlı yöneticilere gereksinimi olduğunu iddia ederek kadrolaşma eylemine bilimsel bir dayanak bulabilmektedir. Yönetimin bu ortamda kadrolaşma girişimini yadsımak olası değildir. Ancak, Cumhuriyetin en büyük eğitim reformuna girişenlerin, bu eylemi "kimlerle" başarabileceklerini de başlangıçta gereğince planladıklarını söylemek zor. Milli Eğitim Bakanlığı, yetkin eğitim yöneticisi ve okul yöneticisi bulmakta, bulduklarını görevde tutabilmekte sıkıntı çekmektedir. Bunun iki nedeninden birincisi, Bakanlığın şimdiye kadar "yönetici yetiştirme" gereksinimi ve kaygısını duymamış olması, ikincisi öğretmen kaynağına dayalı eğitim ve okul yöneticisi sağlama prosedürlerini belirgin biçimde ortaya koyup koruyamamış olmasıdır. Nitekim dikkat edilirse, iktidar değişmelerinde yönetici atamaları açısından en az kaynak sıkıntısı çeken bakanlık, İçişleri Bakanlığıdır. Çünkü "yönetici yetiştiren" okulları, yetişmiş yönetici stokları ve değerleri de içeren atama yer değiştirme ilkeleri mevcuttur. Son dönemde okul ve eğitim yöneticisi meslektaşlarımın "görev adresleri" ile yazılı iletişim yapamaz oldum. Mektuplarım ulaşıncaya kadar görev yerleri değişiyor. Bakanlık için yönetsel bir reform önerisi sunuyorum: "Okul ve eğitim yöneticiliğini, öğretmenlikten ayrışmış, ayrı bir meslek" konumuna getirmeleridir. Böylece öğretmenlik gibi, gerçek anlamda uzmanlaşmayı, örgütsel ve toplumsal saygınlığı gerektiren bu mesleğe daha bir değer verdiğimizi somut olarak kanıtlar; "başarısız yöneticilerin" barınağı olmaktan da kurtarmış oluruz. Eğitim Yönetimi Dergisi yayın yaşamında üç yılını doldurdu. Üç yılın sonunda bir ay kadar "rötarlıyız". İstatistiksel olarak açıklaması ve savunması kolay. "Bu, otuz günlük gecikme yıllık, ortalama 10 günlük bir gecikme demektir. Zaten dünya dört yılda bir gün fazlalık atıyor. O zaman bu gecikme gerçekte daha azdır. Bir yılda dört sayı çıkardığımızı düşünürseniz, gecikme her sayı için yaklaşık üç gündür." Bu açıklamaları ya da savunmayı nasıl buldunuz? Bir özürü, bir durumu istatistiksel olarak, sayısallaştırarak, rakamlarla çarpıtarak anlaşılmaz biçimde çarpıtmak ve kabullenilir duruma getirmek ne kadar kolay. Çoğu kez yöneticiler bu yöntemi başarı ile kullanırlar. Hayır. Gecikme özürümüzü kabulleniyorum. Kuşkusuz nedenleri vardı. Ancak bunları aşmak bize düşer. Öncelikle hakemler ve yazarlarla sürdürdüğümüz iletişimin hızını yeterince artıramadık. İkincisi abone sayısına bağlı gelirlerimiz az. Bu nedenle kâğıt, baskı, posta giderlerini zamanında sağlayamıyoruz. Örneğin bir derginin salt posta gideri 200.000 TL. Ne var ki bu rakam, salt şu an için geçerli. Bir dahaki sayı için tahminde bulunmak zor. Belki en başta söylememiz gereken bir gecikme nedeni, yazı akışında derginin zayıf olmasıdır. Öğretmenlerimizi, denetçilerimizi, okul ve eğitim yöneticilerimizi, akademisyenleri ve öğrencilerimizi daha bir yazmak eylemine yöneltebilsek... Bütün bunları aşabilmek için 1998`e, düşünsel yönden daha bir hazırlıklı giriyoruz. Eğer dedikleri gibi maaş ve ders ücretlerinde % 30 dan sonra % 18'lik bir artış daha olursa ve bu artış aynı zamanla üniversite öğretim üyelerinin ücretlerine de yansırsa, ulaşacağımız bu gelir farklarını da işe koşarak kuram ile uygulama arasındaki bütünleşmeyi gerçekleştirecek daha bir anlamlı Eğitim Yönetimi Dergisi, tam zamanında, alanda, daha yaygın bir meslektaş grubunun elinde olacaktır. Bu sayıya kadar ulaşmamızda katkısı olan herkesin önünde saygı ile eğiliyorum ve onların başarılarını selamlıyorum. Yeni yılınız, Bayramınız daha bir güzel günlerin başlangıcı olsun. Saygılarımla.
Son altı aydır Türkiye eğitim sistemi en dirik (dinamik) dönemlerinden birini yaşıyor. Geçmiş yıllarda iktidar değişmeleri sonrasında genelde salt Ankara`nın havası ısınırdı. Başkent toz duman içinde kalır, daha çok merkezi yönetimin ateşi yükselirdi. Bu kez karşıt bir durum yaşandı. Ankara hapşırdı taşra nezle oldu. Geçmişte bu hareketliliğin nedeni, büyük ölçüde "kadro değişmeleri" ile sınırlı kalırdı. Bu eylemlerde yönetim, "nöbet değişimi" tanımlaması ile eylemin içtenliğini ve bütünlüğü vurgulamaya çalışırken, karşısında olanlar, seçkin, yetişmiş bürokrat kadronun "kıyım"ından söz ederdi. Bu kez sanki farklı bir durum ve buna bağlı farklı gerekçeler geçerli. Sekiz yıllık kesintisiz eğitim, Cumhuriyet döneminin en büyük eğitim reformu biçiminde sunulmaktadır. Ancak, kapsamı ve uygulaması, bilimsel olarak çözümlendiğinde, örgütün amaç, hatta bir bakıma yapısal boyutunda teknik ve yöntem bakımından tartışılabilecek nitelikte bir değişmeden öte bir kapsamı yoktur. Ne var ki; yönetim, haklı olarak "reform" niteliğindeki bu değişmeye inançlı yöneticilere gereksinimi olduğunu iddia ederek kadrolaşma eylemine bilimsel bir dayanak bulabilmektedir. Yönetimin bu ortamda kadrolaşma girişimini yadsımak olası değildir. Ancak, Cumhuriyetin en büyük eğitim reformuna girişenlerin, bu eylemi "kimlerle" başarabileceklerini de başlangıçta gereğince planladıklarını söylemek zor. Milli Eğitim Bakanlığı, yetkin eğitim yöneticisi ve okul yöneticisi bulmakta, bulduklarını görevde tutabilmekte sıkıntı çekmektedir. Bunun iki nedeninden birincisi, Bakanlığın şimdiye kadar "yönetici yetiştirme" gereksinimi ve kaygısını duymamış olması, ikincisi öğretmen kaynağına dayalı eğitim ve okul yöneticisi sağlama prosedürlerini belirgin biçimde ortaya koyup koruyamamış olmasıdır. Nitekim dikkat edilirse, iktidar değişmelerinde yönetici atamaları açısından en az kaynak sıkıntısı çeken bakanlık, İçişleri Bakanlığıdır. Çünkü "yönetici yetiştiren" okulları, yetişmiş yönetici stokları ve değerleri de içeren atama yer değiştirme ilkeleri mevcuttur. Son dönemde okul ve eğitim yöneticisi meslektaşlarımın "görev adresleri" ile yazılı iletişim yapamaz oldum. Mektuplarım ulaşıncaya kadar görev yerleri değişiyor. Bakanlık için yönetsel bir reform önerisi sunuyorum: "Okul ve eğitim yöneticiliğini, öğretmenlikten ayrışmış, ayrı bir meslek" konumuna getirmeleridir. Böylece öğretmenlik gibi, gerçek anlamda uzmanlaşmayı, örgütsel ve toplumsal saygınlığı gerektiren bu mesleğe daha bir değer verdiğimizi somut olarak kanıtlar; "başarısız yöneticilerin" barınağı olmaktan da kurtarmış oluruz. Eğitim Yönetimi Dergisi yayın yaşamında üç yılını doldurdu. Üç yılın sonunda bir ay kadar "rötarlıyız". İstatistiksel olarak açıklaması ve savunması kolay. "Bu, otuz günlük gecikme yıllık, ortalama 10 günlük bir gecikme demektir. Zaten dünya dört yılda bir gün fazlalık atıyor. O zaman bu gecikme gerçekte daha azdır. Bir yılda dört sayı çıkardığımızı düşünürseniz, gecikme her sayı için yaklaşık üç gündür." Bu açıklamaları ya da savunmayı nasıl buldunuz? Bir özürü, bir durumu istatistiksel olarak, sayısallaştırarak, rakamlarla çarpıtarak anlaşılmaz biçimde çarpıtmak ve kabullenilir duruma getirmek ne kadar kolay. Çoğu kez yöneticiler bu yöntemi başarı ile kullanırlar. Hayır. Gecikme özürümüzü kabulleniyorum. Kuşkusuz nedenleri vardı. Ancak bunları aşmak bize düşer. Öncelikle hakemler ve yazarlarla sürdürdüğümüz iletişimin hızını yeterince artıramadık. İkincisi abone sayısına bağlı gelirlerimiz az. Bu nedenle kâğıt, baskı, posta giderlerini zamanında sağlayamıyoruz. Örneğin bir derginin salt posta gideri 200.000 TL. Ne var ki bu rakam, salt şu an için geçerli. Bir dahaki sayı için tahminde bulunmak zor. Belki en başta söylememiz gereken bir gecikme nedeni, yazı akışında derginin zayıf olmasıdır. Öğretmenlerimizi, denetçilerimizi, okul ve eğitim yöneticilerimizi, akademisyenleri ve öğrencilerimizi daha bir yazmak eylemine yöneltebilsek... Bütün bunları aşabilmek için 1998`e, düşünsel yönden daha bir hazırlıklı giriyoruz. Eğer dedikleri gibi maaş ve ders ücretlerinde % 30 dan sonra % 18'lik bir artış daha olursa ve bu artış aynı zamanla üniversite öğretim üyelerinin ücretlerine de yansırsa, ulaşacağımız bu gelir farklarını da işe koşarak kuram ile uygulama arasındaki bütünleşmeyi gerçekleştirecek daha bir anlamlı Eğitim Yönetimi Dergisi, tam zamanında, alanda, daha yaygın bir meslektaş grubunun elinde olacaktır. Bu sayıya kadar ulaşmamızda katkısı olan herkesin önünde saygı ile eğiliyorum ve onların başarılarını selamlıyorum. Yeni yılınız, Bayramınız daha bir güzel günlerin başlangıcı olsun. Saygılarımla.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | Makaleler |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 1 Mart 1997 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 1997 Cilt: 12 Sayı: 12 |