Türklerin IX. asırdan itibaren kendi arzularıyla İslâm dinini
kabul etmeleri hem kültür tarihimiz, hem de toplumsal hayatımız
bakımından bir dönüm noktası teşkil eder. Bundan sonradır ki,
toplumumuzda İslâm Kültürü ve Medeniyeti çerçevesinde yepyeni
bir düşünce tarzı doğmuş ve buna bağlı olarak da yeni bir hayat
şekli ortaya çıkmıştır. Çünkü bu ilk dönemlerde bir yarıdan islâm
dininin özünden kaynaklanan etkenler, bir yandan da din dışı
etkenler sür'atle gelişen bir düşünce faaliyetini adetâ zorlu kılmıştır.
İslam uygarlığının ortak mirası olarak başlıca düşünce hareketleri,
kelâm, tasavvuf ve felsefe üçlüsü halinde, işte bu faaliyetler
sonucunda doğmuştur. Bilahare OsmanlIlara geçen bu üçlü,
medrese programlarında da yer almıştır. Medrese öğrenimini gören
Osmanlı aydınlan, bir yandan bu disiplinler üzerinde bilgi sahibi
olurken, öte yandan onlann büyük bir kısmı nitelikleri farklı da
olsa, bu alanlarda eserler ortaya koyacak kadar uzmanlaşıyorlardı.
Kültür tarihimiz bunun sayısız örnekleriyle doludur ve maalesef
bu 600 yıllık geçmiş öylece el değmemiş bir alan olarak
durmaktadır.
Halk ise bu düşünce hareketlerini "mezhep" ve "tarikat"
yoluyla tanıma şansını buluyordu. Bunlardan "mezhep" kelamı
düşünce tarzını, "tarikat" ise tasavvufi düşünce tarzını temsil
ediyordu.
Hemen belirtelim ki, İslam düşüncesinin mezhep ve tarikatlar
yoluyla halk yığınlarınca benimsenmiş biçimi, "basit bir dünya
görüşü" değildir. Aksine bu, sayın Prof.Dr.Küyel'inde ifade ettikleri
gibi kelâm, tasavvuf ve felsefe gibi üç kaynaktan beslenen, yüksek
düzeyden bilgelik severce bir hareketin halka inmiş ve sinmiş
biçimidir. Halk bu yollarla eğitilmiş, götürülmüş ve yönetilmiştir.
Özellikle tasavvuf, çoğu kez halkın kendi öz diliyle edebiyatta
yansıyarak, Dergâh, Tekke, Zaviye gibi kuruluşlarda yol arayan -
yol gösteren ilişkisi çerçevesinde ve tarikat yolu ve yordamıyla en
önemli eğitim vasıtalarından biri olma durumuna geçmiştir.
Bundan dolayıdır ki, tasavvuf denince müslümanlarm çoğunun
akima bir takım felsefi mütalaalar değil, belli bir hayat tarzı ve bu
tarzı yaşıyan insanlar gelir. Çünkü, tasavvufun belirgin özelliği, bir
felsefî düşünce sisteminin savunuculuğunu yapmak değil, dünyaya
karşı belli bir tavır takınmak ve bu tavra uygun bir hayat yaşamak
olmuştur.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | 18. Yüzyıl Felsefesi |
Bölüm | Araştırma Makaleleri |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 1 Mart 2024 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 1989 Sayı: 17 |
Bu eser Creative Commons Atıf-GayriTicari 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.