Türkiye’nin nükleer enerji sektörüne dair çabaları 1950’li yıllara dayanmaktadır. 1955’te ABD ile imzalanan barışçıl nükleer enerji işbirliği anlaşmasının ardından 1961 yılında kurulan ilk araştırma reaktörü 1977 yılında teknik ve parasal nedenlerden dolayı kapatılmak zorunda kalınmıştır. Daha sonra 1980 yılında, bir Fransız şirketi Ankara’da eğitim amacıyla 5 megavatlık üretim yapabilen bir reaktör daha kurmuştur. Bu reaktör de 1993 yılında kapatılmıştır. Elektrik üretimine dönük reaktörlerin kurulma- sına dair çabalar ise Türkiye’nin içinden geçtiği darbe dönemlerinden ötürü başarısızlıkla sonuçlanmıştır. En son çaba ise Turgut Özal döneminde ortaya konulmuş ama 1986 yılında meydana gelen Çernobil kazasından sonra, kazadan etkilenen toplumun nükleer karşıtı tavır sergilemesi sonucu gerçekleştirile- memiştir (Bacık, & Samur, 2010, 101). 2007 yılında Türkiye’de nükleer enerji sektörünü düzenlemek amacıyla 5710 sayılı “Nükleer Güç Santrallerinin Kurulması ve İşletilmesi ile Enerji Satışına İlişkin Kanun” kabul edilerek nükleer santral kurulmasına dair yeni bir adım daha atılmıştır. Kuşkusuz, nükleer santral kurulması ülke ekonomisi için tartışmasız bir gereklilik olsa da olası yıkıcı etkisi dolayısıyla hakkında hararetli tartışmaların döndüğü bir konudur. Bu çalışmada, Türkiye’nin nükleere dayalı elektrik üretimi açısından resmin neresinde durduğu ortaya konulup, Avrupa Birliği’ne üyelik süreci ele alındı- ğında nükleer çalışmaların AB’nin nükleer politikası ve AB müktesebatıyla ne derecede uyumlu olduğu tartışılacaktır.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Ekoloji, Sürdürülebilirlik ve Enerji |
Bölüm | Araştırma Makaleleri |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 30 Haziran 2014 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2014 Cilt: 4 Sayı: 1 |
Adres: Akdeniz İnsani Bilimler Dergisi Akdeniz Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi 07058 Kampüs, Antalya / TÜRKİYE | E-Posta: mjh@akdeniz.edu.tr |