Yüzyılımız doğal felaketlere sahne olmaktadır. Hava, su, toprağın kirlenmesi, ozon tabakasının sera gazları nedeniyle delinmesi, yaşanan nükleer felaketler, küresel ısınma gibi felaketler insan-doğa ilişkisinin yeniden sorgulanmasını gerektirmektedir. İnsanın doğaya bağımlılığıyla başlayan insan doğa ilişkisinin serüveni, 17. yüzyılda Aydınlanma dönemi ile birlikte kökten değişmiştir. Rasyonalitenin mutlak hâkimiyeti, Newtonyen fizik ve mekanik evren anlayışı ile birlikte insan, evrenin merkezinde konumlanmıştır. 18. yüzyılda meydana gelen Endüstri devrimi ile de doğa, daha fazla üretim için kaynaklarının sınırsız ve sorumsuzca kullanıldığı, endüstriyel atıkların da kendisine bırakıldığı bir yer haline gelmiştir. Yaşanan bu süreç sonucunda doğa tahrip olmuş, ekolojik denge bozulmuş ve telafisi mümkün olmayan doğal felaketler yaşanır hale gelmiştir. Bu bağlamda, doğayı kendi arzuları çerçevesinde, kendi eliyle tahrip eden insan, çözüm arayışlarına girmiştir. Sürdürülebilir bir tüketim anlayışı geliştirilmeye çalışılarak, ekolojik bir bakış açısı ortaya konulmaya çalışılmaktadır. Ancak geliştirilen öneriler lokal kalmakta, dünyanın tamamını kapsamamaktadır. Bu kapsamda İslam’ın sahip olduğu bütüncül, ekolojik dengeyi temel alan bakış açısı çerçevesinde geliştirilecek olan yeni paradigmalara ve çözüm yollarına ihtiyaç duyulmaktadır.
Ekoloji insan-doğa ilişkisi tüketim kültürü tüketim toplumu İslam
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Siyaset Bilimi |
Bölüm | Makaleler |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 15 Nisan 2017 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2017 Cilt: 13 Sayı: 50 |
Muhafazakar Düşünce Dergisi