İnsan, ilim ve düşünce tarihinin önemli problemlerinden birini teşkil etmiş ve merkezî bir konu olarak incelenmiştir. Antik Yunan düşüncesinde ilk olarak Sofistlerle başlayan insan incelemeleri Sokrates (ö. MÖ. 399) ile -özellikle de ahlâkî zemin üzerinde- daha kapsamlı hale gelmiş, Platon (ö. MÖ. 347) ve Aristoteles (ö. MÖ. 322)’in ellerinde ise fizikten metafiziğe; psikolojiden sosyo-politiğe kadar geniş ve sistematik bir boyut kazanmıştır. İslâm ilim ve düşünce gelenekleri de bir yandan naslara dayanarak, diğer yandan ise tevarüs ettikleri kadîm ilim-düşünce kümelerinden istifade ederek kendilerine özgü bir insan tasavvuru ortaya koymuşlardır. Kelâmın “Allah’ın rızasını kazanmak”, felsefenin “Allah’a benzemek” ve tasavvufun “Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmak” şeklindeki mefkûreleri nihai aşamada uhrevî mutluluğa yönelik bir amaca işaret etmektedir. Bu ise hiç şüphesiz iyi ve erdemli bir insan olmayı gerektirmektedir. Evrenin küçük bir modeli olarak görülen insan esasen karmaşık bir yapıya sahiptir. Bu karmaşık yapının tasvir ve izahında sık sık temsilî anlatım yöntemleri de istihdam edilmiştir. İnsana ilişkin anlatılarda kullanılan analojilerden biri de insanı şehir üzerinden tanımayı ve tanıtmayı amaçlar. “Doğası gereği politik (medenî) bir varlık olarak” tasvir edilen insan ile şehir arasında yapısal ve işlevsel açıdan birtakım benzerlikler görülmüştür. Birçok Müslüman âlim ve düşünür de eserlerinde insan-şehir analojisinden (temsilî anlatım) söz etmiştir. Bu makalenin konusu da müstakil olarak söz konusu analojiye tahsis edilen ve günümüze kadar gelen bir risâledir. Risâle, edebî-tasavvufî bir üslup ve geniş anlamda felsefî bir yaklaşımla mümin insanı temsilî bir anlatım tarzıyla şehre benzetmektedir. Mümin ve şehir arasında kurulan benzetim esasen ahlâkî bir hususu ortaya çıkarmayı hedeflemektedir. Müellif, dinî kavram ve terminolojileri kullansa da nasları referans göstermeden görüşlerini ortaya koymaktadır. Bu yönüyle de eser özgün bir niteliği haiz bulunmakta ve naslardan beslenmesinin yanı sıra bir düşünceye de dayanmaktadır. Tespit ettiğimiz kadarıyla risâle yazma halinde bulunup tahkîk ve neşri yapılmamıştır. Araştırmalarımız neticesinde risâlenin kütüphanelerde kayıtlı toplam on ayrı nüshasının mevcut olduğu tespit edilmiştir. Söz konusu eser hem kütüphane kayıtlarında hem de yazma nüshalarda iki ayrı yazara nispet edilmektedir. Bunlardan biri Ebü’l-Meâlî el-Hemedânî, diğeri ise Ebü’l-Meâlî el-Haddâd/İbnü’l-Haddâd/İbnü’l-Haddâdî el-Halebî/el-Hillî’dir. Ne var ki, ilkinin Aynülkudât/Ebü’l-Meâlî el-Hemedânî (ö. 525/1131) olabileceği ihtimalini çağrıştırmasına karşı, ikincisinin kim olduğu tespit edilememiştir. Klasik bir temayı müstakil bir risâle halinde ele alması sebebiyle ilgili literatür bağlamında önem arz eden eserin gün yüzüne çıkarılması ve okuyucuya sunulması kanaatimizce önemlidir. Elinizdeki makalenin ana amacı, söz konusu risâlenin tahkîkli neşrini yaparak onu okuyucular ve araştırmacılar için ulaşılabilir kılmaktır. Bunun yanında mevcut bilgilerden hareketle risâlenin tanıtımını yapmak, kime ait olduğunu/olabileceğini tartışmak ve genel olarak metnin tahlilini yapmak da çalışmanın kapsamına dahil edilmiştir.
İslâm Felsefesi İnsan Mümin Şehir İnsan-Şehir Analojisi Aynülkudât/Ebü’l-Meâlî el-Hemedânî
Human being has always been one of the most important problems in the history of science and thought, and also has always been a central subject. In ancient Greek thought, the study of human beings began with the Sophists; with Socrates (d. 399 BC), this study became more comprehensive, especially on the moral ground, and in the hands of Plato (d. 347 BC) and Aristotle (d. 322 BC), it gained a wide and systematic dimension from physics to metaphysics, from psychology to socio-politics. Islamic traditions of science and thought have also developed their own unique conception of the human being, relying on the scriptures on the one hand and drawing on the ancient sciences and thought clusters they have inherited on the other. In the end, all of them aim to achieve otherworldly happiness through the theological concept of "gaining God's pleasure", the philosophical concept of "becoming like God", and the Sufi concept of "becoming moralized with God's morals". The way to this is undoubtedly to be a good and virtuous person. Seen as a microcosm, the human being reflects a small model of the universe and is therefore the most complex being in the universe. The human being, who is connected to many things and has similarities with many things, is described with a different approach by establishing an analogy between him and the city. Indeed, the human being, who is described as "a political (civilized) being by nature", resembles the city in many ways. Different Muslim scholars and thinkers have mentioned a human-city analogy (representational narration) in their works. In this context, a separate treatise on such an analogy has been identified and has survived to the present day. The treatise in question, with a literary-sufistic style and a broadly philosophical approach, compares the believer to the city in a representational narrative style and aims to reveal an ethical issue rather than a mere analogy between the two concepts. Although the author uses religious concepts and terminology, he puts forward his views without referring to the Qur'anic texts. In this respect, the work has a unique characteristic and is based on an idea as well as being nourished by the scriptures. It has been determined that the treatise in question is a manuscript (mahtut) and has not yet been analyzed and published. As a result of the research, a total of ten different copies of the treatise were found in libraries. The work is attributed to two different authors in both library records and manuscripts. One of them is Abū al-Maʿālī al-Hamadānī and the other is Abū al-Maʿālī al-Haddād/Ibn al-Haddād/Ibn al-Haddādī al-Halabī/al-Hillī. However, while the former is a well-known Islamic scholar, the identity of the latter - despite research - has not been identified. The subject is considered to be of importance in terms of literature since it is a classical study and is dealt with in a separate treatise. The main purpose of this study is to provide the reader with a critical edition of this treatise. In addition, the scope of the study consists of introducing the treatise based on the information we have, speculating on who it belongs to and analyzing the text. In this way, the study endeavors to make a contribution to the literature.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Karşılaştırmalı Dini Araştırmalar |
Bölüm | Araştırma Makaleleri |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 20 Ekim 2024 |
Gönderilme Tarihi | 14 Aralık 2023 |
Kabul Tarihi | 31 Temmuz 2024 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2024 |