İslam hukuk düşüncesi kelam ve fıkıh usulünün birleşimiyle meydana gelmiştir. Erken dönem fıkıh ve kelam alanına dair eser telif eden İslam bilginleri her iki disiplinin birbirine bağımlı olduklarını varsayarak meseleleri ele almışlardır. Onlara göre kelam ilmi ile fıkıh usulü ilminin birbirine bu kadar bağımlı olmasının sebebi her iki disiplinin temel amacının dini temellendirmek olmasıdır. Kişi bir usul eserini ele alırken bu faktörü göz önünde bulundurmazsa birçok tartışma konusu anlamsızlaşacaktır. Nitekim semereci yaklaşımla usul meselelerini ele almaya çalışan birçok araştırmacı erken dönemde yapılan tartışmaları lafzî bir boyuta indirgemiştir. Halbuki bu dönemde usulcünün amacı sadece nastan hüküm istinbat etmek değil, öncelikle nassın inanılabilirliğini ispat etmektir. Bu gayeyle mezhepler kelam ilminde benimsemiş oldukları ontolojik yapıya uygun bir epistemolojik temelle hüküm teorisi inşa etmiştir. Ehl-i Rey tarafından ilke haline getirilen hüsün-kubuh teorisi ile hükümler ontolojik bir yapıyla ilişkilendirilmiş ve usulde bu ilkenin içine yerleştirilebileceği epistemolojik bir temel oluşturulmuştur. Bu yapının temelinde vacip, mümkün ve mümteniʿ tasnifi bulunur. Bu sayede hükümleri tasnif edebilen Ehl-i Rey (Mu‘tezile, Hanefîler ve Zeydîler) şerʿ öncesi ahkamın akılla idrak edilmesini ve şerʿ sonrası ahkamın akla uygunluğunun ölçülmesini mümkün kılmaktadır. Ahkamın akla uygunluğunu bu cihetle değerlendiren erken dönem usulcüleri arasında Ehl-i Rey’den alimler olsa da bu durum zamanla Muʿtezile’yle özdeşleşmiştir. Eşyanın ontolojik yapısını ahkamın idrakinde önemli bir kriter olarak görenler bu bakış açısıyla aklî ve şerʿî hüküm tasnifine girişmiştir. Çalışmamızda eşyanın hakikatinin akılla vacip, mümkün ve mümteniʿ olarak tasnif edilmesinin hükümlerin idrakinde önemli bir kriter olduğu anlatılmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda erken dönem Ehl-i Rey ve Eşʿarîlerin aklın vahiy karşısındaki durumu ile ilgili görüşlerini ele alacağız ve aklın hükümleri idraki hususunda gerçekleşen ihtilafı farklı bir düzlemde inceleyeceğiz.
Hayırlı çalışmalar dilerim.
Islamic legal thought was formed by the combination of both kalam and jurisprudence. Scholars assume that both disciplines are interdependent. For them, the reason why kalam and jurisprudence are interdependent is that the main purpose of both disciplines is to justify religion. Many topics will become meaningless if one does not take this into account. In the period of mutaqaddimūn, the purpose of proceduralist was not only to deduce the decree from the nass, but to prove its credibility first. For this purpose, sects have built a theory of judgment with an epistemological basis in accordance with the ontological structure they have adopted in kalam. With the theory of husn-qubh especially, the decrees were associated with an ontological structure and an epistemological basis was formed in which this principle could be placed. The basis of this structure is the classification of obligatory, possible, and impossible. This structure makes it possible to understand the pre-shar' rules within reason and to measure the rationality of the post-shar' rules. This method became identified with the Muʿtazila in time. This study tries to explain that the classification of existence as obligatory, possible and impossible is an important criterion in the comprehension of decrees. In this context, we will discuss the views of the early Ahl al-Raʾy and Ashʿarīs about the status of reason in the face of revelation, and we will examine the debate on reason’s comprehension of religious decrees on a different plane.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Din Araştırmaları |
Bölüm | Araştırma Makaleleri |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 31 Ekim 2022 |
Gönderilme Tarihi | 31 Ağustos 2022 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2022 Sayı: 10 |