İslam geleneğinde insan-ı kâmil kavramı, vahyi esas alan bir hayat ölçüsünden hareketle iç dünyasını ve dış dünyasını bu doğrultuda tanzim etmeyi başarmış örnek, ideal bir kişilik sahibi insanı ifade eder. Mutasavvıflar insan-ı kâmil meselesini genel olarak iki şekilde yorumlamışlardır: Birincisi, günlük dilde kullanılan ‘ideal insan’ anlamındaki Kur’an ahlakıyla ahlaklanmış ehl-i hal ya da ehl-i dil olarak bilinen kâmil insandır. İkincisi ise, vahdet-i vücud nazariyesine dayanan hakikat-ı Muhammediyye ve devriyeler yaklaşımlarıdır. Bu çalışmanın amacı, hakikat-ı Muhammediyye yaklaşımının öncüsü büyük tasavvuf alimi İbn Arabi’nin insan-ı kâmil anlayışını ve ona yöneltilen eleştirileri incelemek ve buradan iktisadi hayata dair bazı çıkarsamalar elde etmektir. İbn Arabi’ye göre, gerçek ve hatta tek insan-ı kâmil Hz. Peygamber’dir. Zira Allah her şeyden evvel Onu yaratmış, bütün mahlukat bu hakikatten ortaya çıkmış ve Onun yüzü suyu hürmetine yaratılmıştır. Buna göre, insan kâinat için en değerli unsurdur, hatta ondan daha değerlidir. Çünkü, insan gaye varlıktır, ilahi isim ve sıfatlar insan üzerinden görünür; tüm gerçekleri kendi varlığında özet olarak toplayıp temsil etme kabiliyeti vardır; halife vasfına sahiptir. Bu itibarla, insan kemâlât sahibidir, bunun derecesi de Allah’la olan ilişkisine bağlıdır ve yaratılışında kendisine bahşedilen bu kabiliyetleri iyi değerlendirerek aleme değer katar ve bu katkıları sağladığında da insan-ı kâmil ortaya çıkar. İnsan-ı kâmil alemin ulvi ve süfli hakikatlerinin toplandığı küçültülmüş bir suretten ibarettir. Zira insan-ı kâmil varlığın bütün hakikatlerini içinde barındıran ulûhiyyet mertebesidir ve bu özelliğiyle Allah isminin mazharıdır. Bu haliyle, bütün peygamberlerin ve velîlerin ledünnî ve bâtınî bilgileri aldıkları kaynak olarak görülür. Fakat, akl-ı evvel vasıtasıyla Allah’ı tanıyan insan, Onun isim ve sıfatlarını hayatında yaşadığı, onların anlamı üzerine bir yol belirlediği ve onlarla ahlaklandığı ölçüde insan-ı kamildir. Dolayısıyla, kâmil insan sözü özü bir, salih amel peşinde, güzel ahlak sahibi, güvenilir bir mü’mindir. İnsan-ı kâmil düşüncesi, bu haliyle esasında tasavvufa gönül vermiş hakiki bir salikin de kemâlât yolunda nihai hedefidir. Böyle olunca, örneğin iktisadi hayatta kararlar ve davranışlar bu ahlaki meziyetlere göre belirlendiğinde, çıkarı peşinde koşan bir iktisadi adam (homoeconomicus) anlayışı yerine, ‘kendisi için uygun gördüğünü başkasına da uygun görmeyi, aynı şekilde, kendisi için uygun görmediğini başkasına da reva görmemeyi’ esas alan, ahlak temelli bir insan-ı kâmil modeli ortaya çıkacaktır. Ancak, Hz. Peygamber’in hakikat-ı Muhammediyye anlayışına göre değerlendirilmesinin onu ilâhlaştıracağı düşüncesiyle, ulemanın çoğu ile İmam Rabbani gibi bazı mutasavvıflar vahdet-i vücud fikrini batıl görüş olarak görmüşlerdir. Buna göre, Allah hiçbir eşya ile birleşik olmaz, O eşyanın keyfiyetinden münezzehtir, hiçbir zaman ne Vâcib mümkin’in aynısı ne de hâdis kadîm’in aynısıdır. Bu itibarla, çalışmada İbn Arabi’nin insan-ı kâmil düşüncesi ve buna yöneltilen eleştiriler farklı alt başlıklar altında incelenmiş ve söz konusu telakkilerin iktisadi hayata olası etkileri üzerine bir analiz yapılmıştır.
Tasavvuf İbn Arabi Vahdet-i vücud İnsan-ı kâmil Hakikat-ı Muhammediyye İslam iktisadı
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | İslam Ekonomisi |
Bölüm | Makaleler |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 28 Eylül 2023 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2023 Cilt: 12 Sayı: 3 |