Video sanatı; 1960'lı yılların başında,
bir grup sanatçının (Yeni Gerçekçiler ve Fluxus kümelenmeleri) iktidarın egemen
gücünün görüntüsü ve sesi olan televizyona[1]
karşı “video imajını” itiraz-muhalefet-isyan aracı olarak kullanmaya
başlamaları ile doğar. Videoyu bir sanat nesnesi olarak fotoğraf, sinema ve
televizyonun 'melez çocuğu' olarak tanımlamak mümkündür.
Video sanatında, sanatçı izleyiciyi (deneyimleyiciyi)
sanat sürecinin içine başat bir aktör olarak davet eder. Deneyimleyici çalışmanın
içinde aktif rol aldığının çoğu zaman farkındadır. Video sanatı ancak
deneyimleyicinin fail konumu ile
tamamlanır. Video sanatında deneyimleyici, seyretme (pasif ve hülyalı bir
röntgenleme deneyimi) eylemini terk edip; düşüncesi, yorumu ve bedeni ile sanat
sürecinin yaratıcı ortağı haline gelir.
Düşünce sineması da büyülü-hülyalı
seyir deneyimi sunan ve izleyiciyi özellikle pasif bir tüketiciye indirgeyen
ana akım (ticari) sinemaya karşı (muhalif) pozisyon alır. Düşünce sineması kümelenmesi içinde
tanımlanan filmler de seyirciden video sanatındakine benzer bir pedagoji talep
ederler. Seyircilerin film deneyimi sırasında (ve sonrasında) aktif olarak
düşünmesi ve sorgulaması amaçlanır.
Bu makalede video sanatının seyredeni deneyimleyiciye
dönüştürmesinin (günümüz) düşünce sinemasının seyirci ile kurduğu ilişkiye olan
etkisi tartışılacaktır.
[1] Televizyon iktidarın, egemen gücün
görüntüsü ve sesi yani merkez propaganda aracı haline gelir. Televizyonu bir
güç olarak elinde tutan iktidara gelir ya da iktidarını kalıcı kılar. Bu ilişki
ticari, politik ve estetik kulvarları olan bir ilişkidir (Bozkurt, 2005: 80).
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | Makaleler |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 30 Haziran 2019 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2019 Cilt: 4 Sayı: 7 |