La famille ne possède pas qu’une seule définition, en effet celle-ci varie en fonction de
la structure sociale. Lorsque, de nos jours, nous parlons de famille, il s’agit généralement de
la famille nucléaire. Pourtant nous savons qu’il existe plusieurs types de famille: famille
patriarchale, famille souche, nucléaire, instable ou encore incomplète, pour ne citer que
celles-ci. Si la famille varie en fonction de la structure sociale, la structure sociale, elle,
dépend de la position que l’homme et la femme y occupent, ainsi que de leur position dans la
famille.
Les facteurs religieux et politiques ont été prépodérents et déterminants quant à la
position de l’homme. Pourtant, jusqu’à l’âge de bronze, toutes les religions sont fondées sur le
culte de la “Grande Déesse”. Les structures sociales liées au culte et au règne de la “Grande
Mère” auraient connu des formes de transmission matrilinéaires et de pouvoir matriarcal.
Ainsi, dans les premières civilisations trouve t-on une abondance d’images féminines peintes,
gravées, de figurines de pierre, d’argile modelé mais aussi de terre cuite. Dans les premiers
peuples sédentaires qui s’adonnent à la culture du sol et à l’élevage d’animaux domestiques,
la femme symbolise la capacité d’engendrer la vie, semblable à celle de la terre fertile et
nourricière. Cependant, avec la naissance de l’agriculture et de l’élevage, de la
sédentarisation et de l’urbanisation des populations, l’homme prendra le pouvoir dans la
société et dans la famille en devenant reproducteur, guerrier et chef suprême de la cité. Ainsi
à partir de la fin du IV millénaire avant Jésus-Christ, dans la partie orientale du bassin
méditerranéen, apparaissent les premières sociétés politiques dépendant de la religion et
souvent même d’origine divine: En Egypte, le roi est dieu, en Perse il est inspiré par le dieu, et
en Mésopotamie, il est désigné par lui. En Grèce, les cités qui constituent de véritables états
organisés sous forme républicaine ou démocratique excluront les femmes du pouvoir, leur
interdisant même la politique, la science, la philosophie l’art et la littérature.
Plus tard, dans les religions monothéistes, de nombreux textes tenteront de montrer le
caractère inférieur de la femme. Dès lors, celles-ci seront torturées, lapidées, envoyées au bûcher,
excisées au nom de Dieu. Jusqu’à la Révolution Française les théoriciens chercheront à
justifier en droit l’autorité du roi, en la liant à celle de Dieu et du père. Voilà comment se
trouveront fondées la société et la famille patriarcales, sur une base religieuse et politique qui lui
confèreront une structure indestructible et ce, pendant plusieurs siècles. La Révolution Française supprimera la hiérarchie sociale entre les hommes, issue de la
société médiévale, déclarera tous les citoyens égaux tout en omettant l’égalité entre les
hommes et les femmes. En Europe, au XVIIIième siècle se construira l’Etat-Nation, bâti sur la
famille nucléaire et la perduration du patriarchat. Et quelle perduration, puisqu’en effet 150 ans
après la Révolution Française, l’homme restera encore en France le chef de la famille.
De nos jours, la mondialisation entraîne un changement social planétaire, exaspérant
l’individualisme. La solidarité sociale et les liens familiaux s’affaiblissent de plus en plus.
Depuis 1970, surtout en Occident, le taux de divorce n’a de cesse d’augmenter. Les jeunes
préfrèrent vivre en couple sans se marier. Certains se marieront deux ou trois fois avec
l’approbation de la société. Tout ceci nous permet d’affirmer que l’avenir de la famille
s’annonce incertain
Tek bir tanımı olmayan aile, sürekli bir değişim içindedir. Aileden söz edildiğinde genellikle çekirdek aile akla gelir. Bununla birlikte ataerkil aile, kök aile, çekirdek aile, kararsız aile, tamamlanmamış aile vb. birçok aile tipi mevcuttur. Aile yapısı kadın ve erkeğin toplum ve aile içindeki konumlarına da bağlıdır. Dinsel ve siyasal etkenler insanın konumu konusunda önemli rol oynar. Bronz Çağı’na dek, dinler büyük Tanrıça’ya tapınma temelinde kurulmuştur. Tanrıça’ya tapınma ve büyük annenin hükümranlığına bağlı olmuş sosyal yapılar ana soy zinciri ve ana egemenliği temeli üzerine inşa edilmişlerdir. İlk uygarlıklarda oldukça bol anne imgesini taşıyan resimlere, kabartmalara, taş heykelciklere, kilden ve pişmiş topraktan yapılmış modellere rastlanılmaktadır. Toprağa yerleşmeye başlayan ilk topluluklarda toprağın ekilip biçilmesi ve yaban hayvanların evcilleştirilmesi görülmüş ve kadın, toprağın yaratıcılığı ve besleyiciliğine benzer bir biçimde yaşamın yaratıcı kapasitesini sembolize etmiştir. Tarımın ve hayvancılığın doğuşu, toprağa yerleşme ve kentleşmeyle birlikte erkek; üretici, savaşçı ve sistemin en üst yöneticisi hâline gelerek toplum ve ailede iktidarı ele geçirmiştir. M.Ö. IV bin yıllarından itibaren, Akdeniz havzasında ortaya çıkan ilk siyasal toplumlar dine ve çok defa da kutsala dayanmıştır: Kral Tanrı’dır (Mısır), veya Tanrı tarafından ilham edilmiştir (Pers, İran), onun tarafından belirlenmiştir (Mezopotamya). Yunanistan’da cumhuriyet ve demokratik biçimler temelinde örgütlenmiş gerçek devletler olarak kurulan siteler kadınları iktidarın dışına atmıştır. Kadınların siyaset, bilim, felsefe, sanat, edebiyat vb. yapmaları yasaklanmıştır. Daha sonra tek tanrılı dinlerde çok sayıda metin kadının ikincil nitelikte olduğunu göstermeye çalışmaktadır. Tanrı adına kadınlar taşlanarak öldürülme, yakılma, kadın sünneti (excision) vb. yoluyla işkenceye maruz kalmışlardır. Fransız Devrimi’ne dek teorisyenler hak olarak kralın otoritesini Tanrı ve babanınkine bağlayarak meşrulaştırmaya çalışmışlardır. Böylece yüzyıllar boyunca dinsel ve siyasal bir temele dayandırılarak ataerkil toplum ve aile yapısı yıkılmaz bir biçimde güçlendirilmiştir. Fransız Devrimi Orta Çağ’dan kaynaklanan erkekler arasındaki sosyal hiyerarşiyi ortadan kaldırmıştır, fakat aynı zamanda erkek ve kadın arasındaki eşitsizliği görmemezlikten gelmiştir. Avrupa’da, XVIII. yüzyılda ataerkil bir temele dayanmaya devam eden çekirdek aile yapısına sahip bir ulus devlet inşa edildi. Fransız Devrimi’nden yüz elli yıl sonra da erkek aile reisi olmaya devam etti. Küreselleşmenin tüm dünyada sosyal değişmelere neden olması ve bireyselleşmeyi artırması sosyal dayanışmanın ve aile içi ilişkilerin zayıflamasına yol açmaktadır. Özellikle 1970 den bu yana, Batı ülkelerinde boşanma oranları hızlı bir biçimde artmaktadır; gençler evlenmeden birlikte yaşamayı tercih etmektedirler. Kamu oyu birçok kişinin iki, üç defa evlenmelerini hoş karşılamaktadır
Diğer ID | JA39ZB53VA |
---|---|
Bölüm | Araştırma Makalesi |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 1 Mart 2011 |
Gönderilme Tarihi | 1 Mart 2011 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2011 Sayı: 23 |
Sosyoloji Dergisi, Journal of Sociology, SD, JOS