İber Yarımadası’ndan 1492 yılında tehcir edilen Yahudilerin büyük bir kısmı Osmanlı topraklarına yerleşti. Kendilerine “Sefardiler” adını veren bu Yahudi toplumu, İspanya’da convivencia (birlikte yaşam) döneminde edindikleri zengin bir jonglör geleneğini beraberlerinde getirdiler. Yahudi, Hıristiyan, İslam kültürlerinin izlerini taşıyan bu gelenek, hokkabazlık, şarkı, dans, kukla ve gölge tiyatrosu gibi geniş bir sanat yelpazesini içeriyordu. Yahudiler, Evliya Çelebi, Metin And ve Beki Bahar’ın da sözünü ettiği gibi, gösterim sanatlarında sahip oldukları ustalıklarıyla Osmanlı Şenliklerine büyük katkılarda bulundular. Elena Romero’nun araştırmasına göre, Türkiye’de metne dayalı Sefardi tiyatrosu 1870’lerde, ağırlıklı olarak İzmir İstanbul ve Edirne’de, amatör yazarlar ya da öğretmenlerin, Eski Ahit’te anlatılan hikayelerden, Yahudi tarihinden ya da günlük yaşamdaki olaylardan yola çıkarak, Judeoİspanyolca ya da İbranice yazdıkları ve yönettikleri, okul salonlarında ya da zenginlerin evinde, çocuklar tarafından didaktik amaçla temsil edilen oyunlarla başladı. Genellikle Purim, Sukot, Hanuka, Peşah bayramlarına denk getirilen bu temsiller varlıklı kişiler ya da yardım derneklerince düzenleniyor, toplanan gelir yardım amaçlı harcanıyordu. Siyonist ya da Makabi kulüpler de bu temsillere politik amaçları doğrultusunda destek veriyordu.1860 yılında Alliance Israélite Universelle’in kurulmasından kısa süre sonra Fransız kültürü ve dili gelenekçi kesimin karşı koymasına karşın Yahudi toplumu, kültür ve tiyatro yaşamı üzerinde etkili oldu. Fransızca yazılmış ya da bu dilden Judeo-İspanyolcaya çevrilmiş oyunlara geniş yer verilmeye başlandı. Aynı ölçüde olmasa da İngiliz ve İtalyan dilleriyle, az sayıda Türk dilinden gerçekleştirilen çeviri oyunlar da temsil edildi. Türk diline kayıtsız kalan Sefardi toplumunun ancak 1930’lardan itibaren Türkçe konuşmaya başlaması Güllü Agop’un Osmanlı Tiyatrosu yönetimini ve Türkçe oyun oynama imtiyazının elde etmesinde etken oldu.Judeo-İspanyolca, İbranice, Fransızca, Türkçe gibi farklı dillerin; komedya, tragedya, dram, melodram, kısa ve uzun oyunlar, diyalog, monolog, şarkı, dans, koro gibi farklı türlerin; İspanyol Erken Rönesans Dönemi Tiyatrosu, Commedia dell’arte, Geleneksel Türk Tiyatrosu gibi farklı/benzer sahne estetiği ve oyunculuk yöntemlerinin bir arada kullanılması Türkiye’de yapılan çok-kültürlü, çok-dilli melez Sefardi tiyatrosunun en belirgin özellikleridir. Günümüz Sefardi tiyatrosu, amaçları, organizasyonu ve yukarıda sözü edilen diğer özellikleri bakımından geçmişte yapılanla büyük farklılık göstermemekte, Judeo-İspanyolcanın, Yahudi gelenek ve göreneklerin, dinsel eğitimin, sözlü tarihin yeni kuşaklara aktarılmasında büyük rol oynayan kadınlar tarafından beslenmektedir. Günümüzde yapılan Sefardi tiyatrosu Dostluk Yurdu gibi yardım derneklerinin gayretleriyle yeniden canlanmıştır. Adı geçen derneğin sahnelediği Kula 930 son yılların en başarılı oyunu olarak defalarca temsil edilmiştir. Beki Bahar, entelektüel bir yaklaşımla, geçmişten günümüze Sefardi dünyasını nesnel bir biçimde yansıtan en önemli oyun yazarı olarak yaşamını sürdürmektedir
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | Makaleler |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 1 Temmuz 2009 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2009 Cilt: 27 Sayı: 27 |