Türkiye Cumhuriyetinin dış politikası herşeyden önce ülkenin egemenliğinin sarsılmaması ve milli çıkarlarının korunması temeline göre düzenlenmişti. Böyle bir politikanın ışığı altında yürütülmesi öngörülen diplomasi, iyi komşuluk ilişkilerini geliştirmek ve bu amaçla dünya politikasında ağırlığı olan bazı ülkelerle işbirliği yapmaktı. Fakat milletlerarası ilişkilerin dayandığı temellerin, evrensel fizik yahut kimya kanunları gibi aynı sonuçları veren niteliği olmaması, ulusların da dış politikalarında, gerek iç gerek dış etkenler nedeniyle aynı tutum içinde bulunmamalarım gerektirmiştir. Türkiye Cumhuriyetinin dış politikası ancak böyle bir açıdan izlenirse, yarım yüzyıl içindeki gelişmeler gerçek değerleri içinde yargılanabilir. Cumhuriyetin kurucuları, Osmanlı devletinin kendi coğrafyasında nasıl tek başına kaldığını yakından görmüşlerdi. Bulgar ordusunu Çatalca'ya kadar getiren 1912-13 Balkan Savaşları, Türkün Avrupa topraklarında yaşama hakkına son vermek için gösterilen çabaların en tehlikeli bir örneği olmuştu. Öte yandan 1916'da Hicaz'da başlıyarak gittikçe büyüyen ve Birinci Dünya Savaşında İtilaf Devletleriyle işbirliği yapan Arap isyanı, gerek Çukurova gerekse Güneydoğu Anadolu'nun bazı kesimlerinin Türklüğüne de son vermek istemişti. Bu eylemleri iyi değerlendiren Cumhuriyetçi önderler, dış politikalarını planlarken, herşeyden önce karşılarında düşman bir Balkan koalisyonu ve Arap cephesi yaratmak istememişlerdi. Büyük Atatürk'ün 'Yurtta Sulh, Cihanda Sulh' ilkesi uyarınca, ilk önce komşu ülkelerle dostluk ilişkilerinin kurulması olanakları araştırıldı.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | Araştırma Makaleleri |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 20 Nisan 1975 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 1975 Cilt: 39 Sayı: 154 |
Belleten Dergisi Creative Commons Atıf-GayriTicari 4.0 Uluslararası Lisansı (CC BY NC) ile lisanslanmıştır.