The main issue of this article is to question the possibility of the idea of justice in the context of Derridean ethics and responsibility by subjecting the basis of the law and rights to the deconstruction. A protest against the concept of human rights seems not possible because human rights are perceived to be legitimate in itself; but human rights discourse leads to a metaphysical violence on the one hand as it grounds on the definition of the sovereign subject . In this context, the notion of rights does not concern for being just, as a form of calculative and rational logic, since singularities are equated in a transcendent fixedness in order to recognize the individual. The law is not embodiement of an idea of justice in-itself and transcendental, rather it constructs itself as a performative act from the abyys. Law is not a manifestation of the idea of justice, but a systematic application of some metaphysical principles and pre-determinations. In this case, an ethico-political thinking’s impulse should be getting closer to an idea of justice which looks for the care, by paying attention to the metaphysical violence caused by the discourse of right. In this context, the idea of an endless responsibility conceptualized by Derrida as a justice demand from the other can be an ethical starting point for questioning the crisis of living together. The main purpose of this essay is to examine the new philosophy of responsibility as the 'yes' answer to the demand of justice which is derived from other’s uniqueness; against Western philosophy, where responsibility is regarded as a public account and bearing of action.
Derrida justice law deconstruction human rights responsibility
Bu yazının temel meselesi, yasanın temelini, hukuk ve hak kavramlarını dekonstrüksiyona tabi tutarak adalet düşüncesinin imknlılığını Derridacı bir etik ve sorumluluk anlayışı çerçevesinde sorgulamaktır. İnsan hakları kavramının temeline bir karşı çıkış, insan haklarının her daim kendi içinde meşru görülmesi sebebiyle mümkün gözükmüyor olsa da insan hakları söylemi kendisine temel ölçüt olarak egemen özne tarifini aldığı için bir yandan da metafizik bir şiddete yol açmaktadır. Bu bağlamda hak kavramı, bireyin tanınabilmesi adına tekillikleri aşkın bir sabitlikte eşitlediği için, hesaplayıcı ve rasyonel bir mantık biçimi olarak, adil olmak kaygısını gütmez. Yasa, kendinde ve aşkın bir adalet imgesinin cisimleşmesinden ziyade, kendisini performatif bir edim olarak yok-yer’den inşa eder. Hukuk, adalet ideasının tezahürü değil, önceden hesaplanmış bir takım metafizik ilkelerin ve ön kabullerin sistematik uygulanışıdır. Bu durumda etik-politik bir düşüncenin itkisi, hak söyleminin yol açtığı metafizik şiddete kulak vererek, ihtimamı gözeten bir adalet fikrine yaklaşmak olmalıdır. Bu bağlamda Derrida’nın ötekiden gelen adalet talebi olarak kavramsallaştırdığı sonsuz bir sorumluluk fikri, birlikte yaşamın krizini sorgulayan etik bir başlangıç noktası olabilir. Sorumluluğun Avrupa’daki mirasından hareketle kendiliği imleyen kamusal hesap verme ve eylemin failliğini üstlenme olarak düşünüldüğü Batı felsefesine karşı, ötekinin biricikliğinden kaynaklanan adalet talebine verilen ‘evet’ cevabı olarak yeni bir etik-sorumluluk anlayışının irdelenmesi, bu yazının temel hedefini oluşturmaktadır.
Derrida adalet yasa dekonstrüksiyon insan hakları sorumluluk ethics
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | Makaleler |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 31 Mayıs 2018 |
Gönderilme Tarihi | 5 Ocak 2018 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2018 Sayı: 7 |