This study aims to analyze dietary crimes and their corresponding punishments in light of the fatwas issued by the Ottoman scholar Muayyadzâda Abd al-Rahman Efendi (d. 922/1516), and to determine the position of these rulings within the Hanafi school of law. In doing so, it sheds light on 15th-century Ottoman legal practice and reflects the sociolegal context of the period. The study is based on Muayyadzâda’s Majma'u'l-Fatâwâ, which exemplifies the Hanafi legal tradition as applied in the Ottoman Empire. Methodologically, the fatwas are examined in relation to their foundations in classical fiqh sources, with systematic analyses of intra-madhhab disagreements and Ottoman legal practices through comparative approaches.
In addition to being a prominent scholar, Muayyadzâda held high-ranking state positions in the Ottoman Empire during the reigns of Mehmed the Conqueror, Bayezid II, and Yavuz Sultan Selim. He served as a mudarris, qadi, and kazasker. Owing to these roles, he was not only involved in the state bureaucracy but was also closely engaged with the public, allowing him to directly observe societal issues. He contributed to the intellectual landscape of his time through his scholarly works. In one of these works, Majma'u'l-Fatâwâ, he not only assessed the legal status of numerous issues in the fields of ibâdât, mu'âmalât, and uqûbât within Islamic jurisprudence, but also addressed the social, legal, and administrative problems of his era as they related to these issues.
This study analyzes the fundamental concepts of diyah (blood money) in Islamic criminal law, including the rulings based on the distinction between intention and fault, the aqîqah system, the amount of diyah determined by contextual factors, and the balance between compensation and punishment. Within the scope of the Hanafi legal tradition, particular emphasis is placed on the relationship between qisâs (retaliation) and diyah. Unlawful acts committed against life and bodily integrity, as well as diyah related crimes, are examined through case studies drawn from Muayyadzâda's fatwas.
Accordingly, the primary area of application for diyah pertains to cases of unintentional homicide. Such acts, committed by mistake, lack intent and occur either against the will of the perpetrator or as a result of unforeseen circumstances. These cases generally fall into two main categories: mistake (khatâ) and causation (tasabbub). Mistake refers to actions carried out unintentionally by the perpetrator, without any intent to kill or cause harm such as accidentally shooting someone while hunting, injuring a person while throwing a stone elsewhere, or unintentionally causing the death of a sleeping person by falling on them. Causation, on the other hand, arises when the perpetrator's indirect or negligent act results in harm or death, even if the act itself was not inherently harmful. Examples include someone falling into an unmarked well dug without legal justification, an accident caused by a stone left on a public path, or injury or death resulting from the collapse of a poorly maintained building.
In cases of unintentional homicide, three main legal responsibilities arise: the obligation to pay diyah, the performance of kaffârah (expiation), and disinheritance. Depending on the circumstances, the diyah must be paid either in full or partially, according to specified proportions. The full amount corresponds to one hundred camels or their equivalent in gold or silver coins and is typically paid in installments over a period of three years. The payment is made by the perpetrator's âqilah (family or close kin), that is, their close male relatives or professional associates. Kaffârah is a personal obligation and is not borne by the âqilah. It must be fulfilled either through the emancipation of a believing slave or, if that is not possible, by fasting for two consecutive months. Disinheritance refers to the exclusion of the perpetrator if they are a legal heir from receiving an inheritance when the deceased (mûrith) is the person they unintentionally killed.
There are certain exceptions to the rulings on unintentional homicide. Acts committed by minors and individuals with mental illnesses are classified as khaṭâ, and in such cases, the diyah is paid by their âqilah. Kaffârah is not required in these instances. In cases of necessity such as self-defense, saving another person's life, or acts committed under compulsion, diyah is not applicable. For example, if a child unintentionally kills their father, even the rule of disinheritance does not apply. Similarly, if a person has no alternative but to kill an oppressor, neither diyah nor kaffârah is required.
Bu çalışma, Osmanlı dönemi âlimlerinden Müeyyedzâde Abdurrahman Efendi'nin (öl. 922/1516) fetvaları ışığında diyet suçlarını ve cezalarını inceleyerek, söz konusu hükümlerin Hanefî mezhebindeki yerini tespit etmeyi hedeflemektedir. Böylece 15. yüzyıl Osmanlı hukuk pratiğine ışık tutmakta, dönemin sosyo-hukuki bağlamını yansıtmaktadır. Çalışmada Müeyyedzâde'nin Osmanlı’da Hanefî hukuk geleneğini yansıtan Mecma'u'l-fetâvâ adlı eseri esas alınmıştır. Yöntem olarak, eserdeki fetvaların klasik fıkıh kaynaklarındaki dayanakları üzerinde durulmuş, karşılaştırmalı analizler ile mezhep içi ihtilaflar ve Osmanlı uygulamalarına dair sistematik incelemelerde bulunulmuştur.
Müeyyedzâde eser sahibi önemli bir âlim olmasının yanı sıra, Osmanlı Devleti’nde Fatih Sultan Mehmet, II. Bayezid ve Yavuz Sultan Selim dönemlerinde müderrislik, kadılık ve kazaskerlik gibi üst düzey devlet görevlerinde bulunmuştur. Bu yönüyle yalnızca devlet teşkilatında yer almakla kalmamış, aynı zamanda halkla da iç içe olmuş ve onların problemlerini doğrudan müşahede etmiştir. Yazdığı eserlerle devrin entelektüel birikimine katkıda bulunmuştur. Bu eserlerden biri olan Mecma‘u’l-fetâvâ’da bir taraftan fıkhın ibadât, muâmelât ve ukûbât alanlarında birçok meselenin hukukî durumunu değerlendirirken, diğer taraftan ilgili konularda kendi döneminin sosyal, hukukî ve idarî problemlerine işaret etmiştir.
Araştırma kapsamında, İslâm ceza hukukunda diyet ile ilgili temel kavramlar, kasıt-hata ayrımı üzerine kurulan diyet hükümleri, âkıle sistemi ve şartlara göre ödenmesi gereken diyet miktarı ele alınarak, tazminat ve ceza dengesi analiz edilmiştir. Hanefî literatürü kapsamında kısas-diyet ilişkisi üzerinde durulmuş, Müeyyedzâde'nin fetvalarında yer alan örnek olaylar üzerinden cana ve vücut bütünlüğüne karşı işlenen haksız fiiller ve diyet suçları açıklanmıştır.
Buna göre diyetin en önemli uygulama alanı kasıtsız işlenen cinayetlerden oluşur. Hataen gerçekleştirilen bu tür cinayetler kasıt unsuru bulunmayan, fâilin iradesi dışında ya da öngörülemeyen şartlar neticesinde ortaya çıkar. Bunlar iki temel kategoride yer alır. Hata halleri ve sebep olma yani tesebbüb durumu. Hata, fâilin öldürme ya da yaralama kastı olmaksızın tamamen kaza neticesinde gerçekleştirdiği fiilleri ihtiva eder. Avlanırken bir insanı vurmak, başka bir yere taş atarken hataen birini yaralamak veya uyurken bir kimsenin üzerine düşmek suretiyle ölümüne sebep olmak gibi haller hata kapsamında yer alan örneklerdir. Sebep olma ise bizatihi fâile ait olmayan bir fiilin ölüme veya yaralanmaya sebebiyet vermesi suretiyle gerçekleşir. Hukuken geçerli bir neden olmaksızın kazılan kuyuya düşme, yola bırakılan bir taşın kazaya sebep olması veya bakımsız bir binanın çökmesi neticesinde ölüm ya da yaralanma gibi durumlar bu mesele ile ilgili verilebilecek örnekler arasında yer alır.
Kasıtsız cinayetlerde üç temel hukuki sorumluluk ortaya çıkar. Bunlar diyet ve kefâret ödeme yükümlülüğü ile mirastan mahrumiyettir. Diyetin duruma göre tam veya belirli oranlarda kısmen ödenmesi icap eder. Tam hali yüz deve veya buna denk altın ya da gümüş paradır. Üç yıllık bir süre içinde ve taksitler halinde ödenmesi öngörülmüştür. Ödeme fâilin âkılesi yani yakın akrabaları veya meslektaşları tarafından gerçekleştirilir. Kefaret, mümin bir köle azat etme veya iki ay peş peşe oruç tutma şeklinde yerine getirilmesi gereken bir sorumluluk olup âkıle tarafından paylaşılmayan kişisel bir mükellefiyettir. Mirastan mahrumiyet ise maktul, fâilin mûrisi olması halinde vâris olan fâilin mirastan mahrum bırakılmasıdır.
Kasıtsız cinayetlerde bazı istisnai durumlar vardır. Çocukların ve akıl hastalarının fiilleri hükmen “hata” kabul edilerek, diyet âkıle tarafından ödenir. Bunlarda kefaret icap etmez. Zaruret halleri olarak belirtilen meşru müdafaa, hayat kurtarmak için yapılan müdahale veya ikrah altında işlenen fiillerde de diyet söz konusu değildir. Örneğin çocuk babasını öldürse mirastan mahrumiyet dahi uygulanmaz. Kişi, başka çare bulamaz kendisine tasallutta bulunan kimseyi öldürecek olursa diyet ya da kefaret olmaz.
Kasıtlı öldürme ve yaralama suçları ise bilinçli iradeyle ve öldürücü nitelikte araçlarla işlenen cinayetlerdir. “Amd” yani kasıt hali olarak değerlendirilen böyle durumlarda esas olan kısastır. Kefâret yoktur. Ancak bazen kısas, mağdurun veya velilerinin affı ya da taraflar arasında sulh yapılması sebebiyle uygulanmaz, mukabilinde diyet ödenir. Lakin kasıt halindeki bu diyetin bedeli yalnız fâilin malından karşılanır, âkıleye yansıtılmaz. Ayrıca kasıt olmakla birlikte kısas uygulamasının güç veya imkansız olması ya da kasıtlı fiilin ispat edilememesi, şüphe bulunması gibi durumlarda da diyet uygulamasına geçilir.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Subjects | Comparative Religious Studies, Islamic Law |
Journal Section | Research Articles |
Authors | |
Early Pub Date | June 26, 2025 |
Publication Date | June 30, 2025 |
Submission Date | January 10, 2025 |
Acceptance Date | May 31, 2025 |
Published in Issue | Year 2025 Issue: 25 |