Herhangi bir siyasal ya da toplumsal sistem dayanmış olduğu ontolojik ve ahlaki temellerden bağımsız olarak düşünü-lemez. Zira her siyasal sistem belli bir insan doğası tanımlamasına, bu insan doğası tanımlaması da genel bir varlık tanımlamasına bağlı olarak ortaya çıkar. İdealist bir ontolojiye dayanan insan doğası tanımlamasıyla, pozitivist ya da materyalist bir ontolojiye dayanan insan doğası tanımlaması kuşkusuz birbirinden farklı olacaktır. 19. Yüzyıl Avru-pa’sında siyasal anlamda yaygınlaşan liberalizmin kökleri son 300 yılda gelişen fikirler ve teorilere dayandırılmıştır. Liberal fikirler, Avrupa’da feodalizmin çöküşü ve onun yerine gelişen bir piyasa toplumunun veya kapitalist toplumun sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bir çok açıdan liberalizm, mutlak monarkların ve toprak sahibi aristokratların yerleşik iktidarı ile çatışma halinde büyüyen orta sınıfın özlemlerini yansıtmaktadır. Sanayileşme batı ülkelerinde yaygınlaştıkça, liberal fikirler zafer kazanmıştır. Böylece liberalizm sanayileşmiş Batı’da hakim ideoloji haline gelmiştir. Bu da bize liberalizm ile kapitalizm arasında sıkı bir bağ olduğunu göstermektedir. Öyle ki kapitalizm ayakta kaldığı sürece, libera-lizm de alternatif biçimleriyle ayakta kalacaktır. Bu şekliyle liberalizm, kapitalist toplumda mülkiyet sahibi yönetici sınıfın iktisadi çıkarlarının koruyucusu olarak şekillenmiştir. Liberalizme yönelik olumsuz tavırların temelinde, batının endüstriyel gelişim sürecinde, endüstride çalışan insanları sömürmüş olmasının yattığı söylenebilir. Liberalizmin isteye-rek ya da istemeyerek esasta 19. Yüzyıl kapitalizmine ait “laisses-faire” ekonomik yöntemiyle aynileştirilmesinin ona yönelik eleştirilere haklılık kazandırdığını söyleyebiliriz. Siyasal anlamda liberalizmin, özgürlüğe dayalı rasyonel bireyi merkeze aldığı için insanın kişiliğini birinci değer olarak kabul ettiği söylenebilir. Buna göre rasyonel bir varlık olan birey kendi amaçlarını gerçekleştirirken hiçbir dış engel ve müdahale ile karşılaşmamalıdır. Bu durum bireysel hak ve özgürlüklerin varlığını ve bunların eşit dağılımını zorunlu kılar. Ancak liberal demokrasi dayanmış olduğu ontolojik ve ahlaki temelleri ile bu iddiasını gerçekleştirmede büyük ölçüde başarısız olmuştur.
Biz bu bildiride, kapitalist üretim biçiminden bağımsız olarak düşünülemeyen liberal demokrasiyi, materyalist ontoloji-ye dayanan sonsuz arzulayıcı, sınırsız sahiplenici ve özellikle yararlılıkların tüketicisi olarak ele aldığı insan doğası tanımlaması ve bu tanımlamaya bağlı olarak dayandığı utilitarist ahlak anlayışıyla bireysel faydanın maksimize edilmesi iddiasını gerçekleştirmede neden başarısız olduğunu tartışmaya açmaya çalışacağız.
Demokrasi Liberal Demokrasi Kapitalizm Sahiplenici Bireycilik Utilitarizm
Bölüm | Makaleler |
---|---|
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 15 Temmuz 2015 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2015 Sayı: 9 |