Öz
Küresellik ve neoliberal ekonomi politikalarıyla şekillenen günümüz dünyasında, ihracata
yönelik ve yapısal uyum paketleriyle desteklenmiş ekonomi politikaları karşımıza çıkmaktadır.
Bu yeni düzen de beraberinde toplumsal cinsiyet temelli piyasaların oluşmasına sebebiyet
vermiştir. Toplumsal cinsiyet temelli piyasa ekonomileri kadınlara ve özellikle göçmen kadınlara
yönelik ayrımcılık ve şiddeti de beraberinde getirmiştir. Küreselleşme yeni işgücü alanları
yaratırken güneyden kuzeye doğru yoğun göç dalgaları yaşanmış ve bu durumda kadınların
çoğu ev içi hizmeti, bakıcılık, hemşirelik, seks işçiliği gibi toplumsal cinsiyet rollerini yeniden
üreten işlerde çalışmaya zorunlu bırakılmışlardır. Göçmen kadın işçiler güvencesiz, sigortasız,
esnek ve kısa dönemli işlerde çalışmaya mecbur olmuşlar, bu durum da göçün kadınlaşması
kavramını ortaya çıkarmıştır. Kadınların işgücüne katılımları onların biyolojik üretkenlikleriyle
ilişkilendirilmiş ve kadınlar bazı iş kolları için erkeklere nazaran daha az marifetli ve daha az
güçlü görülmüşlerdir. Göçmen kadınlar özellikle ev içi işlerde çalışmalarından dolayı şiddete ve
ayrımcılığa maruz kalmışlardır. Özellikle Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra Doğu Bloku
ülkelerinden Avrupa ve Türkiye’ye göç eden kadınlar çeşitli sektörlerde çalışmışlar ancak
özellikle ev içi işçiliğinde daha çok ayrımcılık gördüklerini belirtmişlerdir. Ev içi işçiliği daha az
önemli bir iş kolu olarak görüldüğünden göçmen kadınlar sömürünün çeşitli biçimleriyle karşı
karşıya kalmışlar ve yasal yaptırımların eksikliğinden dolayı seslerini duyurmakta
zorlanmışlardır. Bu çalışmada göçmen ev içi işçileriyle ilgili yapılmış önceki analiz ve
çalışmalara yer verilmiş olup, küçük ölçekli niteliksel bir araştırma ile de işin ve göçün
kadınlaşmasının hem global ölçekte hem de Türkiye özelinde göçmen kadın işçilere yönelik
nasıl bir şiddet biçimine dönüştüğü araştırılmıştır.