Öz
İnsanlık tarihin her döneminde birçok savaş meydana gelmiştir. İrili-ufaklı ordular
arasındaki bu savaşlarda ise sadece klasik silahlar kullanılmamıştır. Gündelik hayat içerisinde
insan sağlığına zararlı ve genellikle de ölümcül olan ajanlar da kimi zaman savaş
meydanlarında etkili birer silah haline dönüştürülmüştür. Dolayısıyla biyolojik savaşın tarihi çok
eskilere dayanmakta ve hiç bitmeden de varlığını, insanlık için tehdit olma durumunu
sürdürmektedir. Biyolojik unsurların ve zehirlerin kullanımına bakıldığında ise Orta Çağ
dünyasında dikkat çekici örnekler bulmak mümkündür. Artan nüfus nispetinde daha büyük
ordularla savaşların yapılmaya başlaması Orta Çağ süresince zehrin ve biyolojik unsurların harp
sahalarında giderek daha yoğun ve sofistike şekilde kullanımını ortaya çıkartmıştır. Orta Çağ’da
surlarla kaplı şehirlerin kuşatılması esnasında hastalıktan ölmüş ve hastalık saçan insan ve
hayvan ölülerinin mancınıklarla attırılarak düşman kuvvetlerinin hastalıktan kırılmasının
amaçlanması en belirgin biyolojik harp tekniği olmuştur. Kara Ölüm, Orta Çağ dünyasında
biyolojik savaşın en açık ve yıkıcı örneği olmuştur. Aynı zamanda gübre ve insan sağlığına
zararlı diğer ajanlar da kimi zaman mancınıklarla kalelere attırılmıştır. Hayvanlardan elde edilen
veya bilinen zehirler ise özellikle su kuyularını tahrip etmek için kullanılmıştır. Avrupa periferinde
Orta Çağ süresinde Fransa, İtalya, İspanya ve İngiltere biyolojik unsurların savaş alanında
kullanan başlıca ülkeler olmuştur. Özellikle Orta Çağ’ın son döneminde İtalyanların biyolojik
savaş silahlarını kontrolsüz şekilde geliştirdikleri anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu kontrol ve yıkıcı
etkiler ortaya çıkaran biyolojik savaşa karşı Fransa ve Almanya arasında erken devirde üstü
kapalı bir anlaşma dahi yapılmıştır. Genel anlamıyla bu araştırma Orta Çağ dünyasında bazı
örnekler üzerinden zehir ve biyolojik unsurların savaş meydanlarında kullanılmasına
odaklanmaktadır.