Modernleşme, Batılı toplumların kendi iktisadî ve sosyolojik koşulları çerçevesinde biçimlenmiş uygarlık şekline tekabül eder. Bu uygarlığın temelinde dünyanın akıl yolu ile kavranması, ulus-devletler şeklinde bir siyasal düzen, sanayiye dayalı bir üretim ilişkileri biçimi, seküler bir gündelik hayat pratiği yatar. Bu uygarlık biçimi giderek kendi dışındaki coğrafyaları etkisi altına almaya başlamış ve tüm dünyaya yayılmıştır. Osmanlı-Türk toplumu da bu etkiye ilk maruz kalan coğrafyalardandır. Türkiye’deki modernleşmenin tarihin XVII. Yüzyıla kadar götürmek mümkündür. Askerî alanda başlayan modernizasyon hareketleri XIX. Yüzyılda giderek diğer alanlara da yayılmıştır. Bu toplumsal dönüşüm, Osmanlı-Türk toplumunda çeşitli tepkilere de neden olmuştur. Tüm bu gelişmeler düşünsel düzeyde de karşılı bulmuş, modernleşme Türk düşünce hayatında önemli bir tema haline gelmiştir. Siyasal alandaki çeşitli aktörler de modernleşme tartışmalarına göre çeşitli tavırlar almıştır.
Türk siyasal yaşamında ideolojik düzeyde iki ana düşüncenin belirleyici olduğu söylenebilir. Bunlardan ilki, pratikte modernleşme anlamına gelen ancak modernleşmenin nasıl olacağına dair tartışmalarda -olumsuz çağrışımlara da imkân veren- Batılılaşma olgusudur. İkincisi ise, Batı’nın iktisadî, siyasal ve kültürel etkisini reddetme refleksinden kaynaklanan Bağımsızlıkçılıktır. Batıcılık ve Bağımsızlık ikiliği aslında birbiri ile iç içe geçmiştir. Bir anlamda, bu iki vektör, hem siyasal ideolojilerin şekillenmesini sağlamaktadır hem de aynı zamanda birbirlerinin karşıtlarının içine sızmaktadır.
Cumhuriyet Devrimi, bu ikiliği yeni bir boyuta taşımıştır. Cumhuriyetle birlikte, bağımsız ulus-devlet kurulmuş, bir anlamda Batıcılık ile Bağımsızlıkçılık aynı potada erimiştir. Ancak bu durum çok uzun sürmemiş, tek-parti döneminde dahi çeşitli fikirler veya siyasal tavırlar içinde bu iki vektörün çatışması söz konusu olmuştur. Çok partili yaşama geçile birlikte, bu ikilik daha çok su yüzüne çıkmıştır. Ancak çalışmanın bir diğer tezi de, günümüz siyasal yaşamını belirleyen ideolojik pozisyonların 1960-80 döneminde oluştuğudur. Her ne kadar, çok partili yaşama geçeli 15 yıl olsa da, bu her düşünceye açık bir siyasal ortam doğurmamıştır. Böyle bir ortam 1960 sonrası oluşmuştur. Hemen her siyasal akım örgütlenmiş ve çeşitli düzeylerde görünür olmuştur. Dönemi tarif etmek için kullanılan sağ-sol çatışması, aslında yüzeydeki bir saflaşmayı gösterir. Oysa ideolojik derinliklere inildiğinde, birbirinden ayrıymış gibi duran siyasal pozisyonların Batıcılık-Bağımsızlıkçılık açısından değerlendirilmesi yapıldığında, aralarındaki mesafenin kısaldığı görülebilir. Tersine birbirine yakın duran ideolojik pozisyonların, Batıcılık-Bağımsızlıkçılık açısından değerlendirilmesi yapıldığında, aralarındaki mesafenin zannedilenden fazla olduğu fark edilecektir.
Bunu açıklamak için seçilen dönemin, çalışmada iddia edilen tezlerin yeniden üretilmesinde, öncesi ve sonrasına göre bir farklılık taşıması gerekmektedir. 1960-1980 arası dönem hem Osmanlı-Türk modernleşmesinin ve Cumhuriyet Devriminin mirasını dönüştürmüştür hem de 1980 sonrasının siyasal tartışmalarına zemin oluşturmuştur. Çalışmada bu dönemin seçilmesinin nedeni budur. Bu iki anlayış aslında doğrudan herhangi bir siyasal akıma tekabül etmez. Bir anlamda, Osmanlı-Türk modernleşmesinin düşünsel düzeydeki en önemli mirası olarak, çeşitli siyasal akımlara belli ölçülerde sirayet etmiştir. Türk siyasal yaşamında, çeşitli siyasal akımları ve bu akımlarla ilişkilendirilebilecek görüşlerin tümünü birden kesen ve aynı zamanda kendi aralarında çatışan iki vektör vardır. Bunlar, ideolojideki ağırlıklarına göre siyasal düşünceyi diğerinin aleyhine bükerler.
Saf Batıcılık olarak görülen düşünceler dahi Avrupa’yı çeşitli açılardan sorgularken, Bağımsızlıkçılık düşüncesini içe kapanmaya kadar götürebilen siyasal hareketler özünde Batı’nın aydınlanma düşüncesini taşır. Bu düşüncelere rengini veren unsur, hangisinin diğerinin aleyhine mevzi kazandığıdır. Bağımsızlıkçılığa yapılan vurgu, Batı’yı ve Batıcılığı hedef tahtasına koymakta, Batıcılığa yapıla vurgu ise geleneksel olanı dışlamaktadır. Bir anlamda bu iki vektör, söylemsel düzeyde birbirlerini yok etmeye çalışmaktadır. Ancak paradoksal olarak birbirlerinden de beslenmektedirler.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Journal Section | Research Article |
Authors | |
Publication Date | July 1, 2020 |
Submission Date | June 1, 2020 |
Acceptance Date | June 22, 2020 |
Published in Issue | Year 2020 Volume: 2 Issue: 20 |