Abstract
13.-15. yüzyıllar arasındaki zaman diliminde özellikle Şam-Mısır hattında hâkimiyet kuran Memlükler döneminde dinî düşüncenin nasıl bir seyir takip ettiği sorusu, çeşitli açılardan incelenmeyi hak etmektedir. Memlük topraklarını yoğuran düşünce, aynı zaman diliminde başta Konya, Kayseri, Sivas olmak üzere Anadolu coğrafyasından, Tebriz merkezli olarak Bağdat, Şiraz, Belh, Merv hattında hüküm süren İlhanlı topraklarından, Semerkant ekseninde Anadolu, Orta Asya ve İran coğrafyasına hâkim olan Timurlular’dan, Delhi merkez olmak üzere varlığını sürdüren Delhi Sultanlığına ait topraklardan ve Mağrib hattında varlığını sürdüren Endülüs’ten beslenen kanallara sahiptir. Bu kanallar, İslam coğrafyasında üretilen düşüncenin Memlükler’in hâkimiyeti altındaki Şam-Mısır havzasına aktarılmasında önemli bir rol oynamıştır. İslam düşüncesinin on ikinci yüzyıldan sonraki seyrini, İbn Sînâcı felsefeyle karşılaşan dinî düşüncenin kendi akacağı yatağı bulma arayışı olarak görmek mümkündür. Bu açıdan bakıldığında bir taraftan Fahreddîn er-Râzî’nin (öl. 606/1210) gerek İbn Sînâcı düşüncenin imalarını açığa çıkarmaya gerekse kelam ilmine felsefî bir hüviyet kazandırmaya yönelik çabaları, diğer taraftan İbn Arabî’nin (öl. 638/1240) teori ve yöntem açısından meşşâî ve kelamî düşünceye yönelttiği eleştiriler, dinî düşüncenin o dönemdeki krizini aşmaya yönelik arayışları temsil etmektedir. Memlükler, söz konusu arayışların dinî düşüncenin hassasiyetleri ve duyarlılıkları açısından test edilip tartışıldığı bir süreçte tarih sahnesinde kendisine yer bulmuştur. Bu tabloda kelam düşüncesi açısından cevaplanmayı bekleyen soru, kelam ilminin, temel iddia ve kabullerini terk etmeden İbn Sînâ metafiziğinin temel kavram ve nosyonlarıyla dönüştürülüp geliştirilmesine yönelik çabanın, dayanakları, yöntemi ve tazammunları açısından dinî düşüncenin temel kodlarıyla uyumlu, meşru bir zeminden hareket edip etmediğidir. Bu bağlamda, kelam düşüncesi özelinde, birbirleriyle etkileşim halinde olan üç çizginin varlığı göze çarpmaktadır: i. Şemseddîn Eykî (öl. 697/1298), Safiyyüddîn el-Hindî (öl. 715/1315), Şemseddîn İsfahânî (öl. 749/1349), İbn Şerefşah (öl. 715/1315), Tâceddîn Tebrîzî (öl. 746/1345), İbn Mübârekşâh (öl. 784/1382’den sonra), İbnü’l-Hümâm (öl. 861/1457), Şemseddîn Bisâtî (öl. 842/1439) gibi düşünürlerce temsil edilen felsefî teoloji. ii. Temsilini özellikle Tâceddîn Sübkî (öl. 771/1370) ve o çizgideki düşünürlerde bulan usûlü’d-dîn’i tesise yönelik teoloji. iii. İbn Teymiyye’nin (öl. 728/1328) felsefî kelam eleştirisi. Râzî ve takipçileri ile birlikte şekillenen birinci tavır, felsefî kelamın Memlük topraklarındaki yansımasını temsil etmektedir. Felsefî kelam projesi hem İbn Sinacı felsefenin imalarını ortaya koyup onunla hesaplaşmayı hem de kelam ilminin felsefî kavram ve kategorilerle dönüştürülmesini içeren iki yönlü bir süreci içeriyordu. Bunun iki yönlü oluşu, Memlük düşünürleri arasında ikinci ve üçüncü yaklaşımların ortaya çıkmasına yol açtı. İkinci yaklaşım, felsefî kelam projesinin dinî düşüncenin temel ilkelerini, hassasiyet ve duyarlılıklarını yok saydığını ileri sürenlere karşı, onun, usûlü’d-dîn’i inşa etmenin bir aracı olduğunu ortaya koymak suretiyle meşruiyetini savunan bir çizgiyi temsil etmektedir. Gerek mantığın bir araç olarak kullanılmasının gerekse felsefî kavram ve şemaların kelam ilmine entegre edilmesi sürecinin, kelamcılarla filozofları aynı meseleleri tartışabilecek bir zeminde buluşturması, bu tavrın en önemli ve güçlü yönü gibi görünmektedir. Diğer taraftan bu yaklaşımın yüzleşmek zorunda olduğu en önemli sorun, bir düşünce geleneğinin, farklı metafizik ilkelere dayanan bir felsefî dizgeden birtakım kavram ve kategorileri alarak dönüşmesinin onun aslî hüviyetini paradigmatik bir değişime uğratıp uğratmayacağıdır. Üçüncü yaklaşım, kelam düşüncesinin Fahreddîn er-Râzî ile birlikte geçirdiği dönüşümü düşünsel-tarihsel akışın doğal bir parçası olarak değerlendiren önceki iki görüşe karşıt olarak, bunu, dinî düşüncenin tarih boyunca içerisinde aktığı nehrin yatağını değiştirme çabası olarak gören diğer bir tavrı temsil etmektedir. Bu çalışmanın amacı felsefî kelamın hangi kanallarla Memlük coğrafyasına intikal ettiğini tespit ettikten sonra temel tavırları kelam ilminin bilimsel kimliği tartışması bağlamında ortaya koymaktır. Naslardaki verilerin temelinde yer alan rasyonaliteyi açıklığa kavuşturma arayışını temsil eden bu yaklaşım, kutsal metnin gerçekliğinde ve herkesçe benimsenen inançta tezahür etmiş olan dinî rasyonalitenin kendi kendine yeterliliği fikrine yaslanmaktadır. Bu tavır, herhangi bir bilimsel-fiziksel teoriden bağımsız, salt naslardan hareketle rasyonel bir teoloji inşa etmenin nasıl mümkün olacağı sorunuyla yüzleşmek durumundadır. Naslardaki verilerin temelinde yer alan rasyonaliteyi açıklığa kavuşturma arayışını temsil eden bu yaklaşım, kutsal metnin gerçekliğinde ve herkesçe benimsenen inançta tezahür etmiş olan dinî rasyonalitenin kendi kendine yeterliliği fikrine yaslanmaktadır.